“İnsan yek katre-i hûnest, hezâr endîşe” yani “İnsan, bir damla
kan ve sayısız endişedir” diyor Sadi Şirazi. Bu endişe dolu hayatta
umuda yer açabilmek için aklımızı anlam ve amaç üretmeye doğru
çeviririz. Nasıl bir anlam ve amaç üreteceğimizi, endişelerimizi
gidermeye olan ihtiyacımız belirler. Endişemiz hangi konuya, nereye
doğru yoğunlaşırsa, anlam ve amaç üretme çabamız da o kulvarda yol
alır. En nihayetinde, umudun açılıp kapandığı ipek kozamızı örer,
kendimize göre bir anlam ağı oluştururuz. Her birimizin anlam
kozası, kendi ihtiyaçlarımıza göre oluştuğu için, hepimiz
yaptığımız her işimizde, her düşüncemizde, haklı olduğumuzu
düşünür, kendimizden emin hareket edebiliriz. Aksi takdirde
belirsizlik hissi canımıza okur, adım bile atamayız.
İnsanın kendisini haklı görmesi, lüzumlu, gerekli ama mutlaka
mutedil ölçülerde olmalı. Bilmeliyiz ki başkaları da kendilerini
tıpkı bizim gibi haklı görmektedir. Onlarla anlaşabilmek, birlikte
bir yaşam çevresi kurabilmek, toplum olabilmek için haklılığımıza
bir esneme payı bırakmak zorundayız. Hep “ben haklıyım” dersek,
yanılma payımız olabileceğini hesaba katmazsak önyargıdan,
fanatizme ve hezeyana uzanan, bizi hakikatten koparan bir karanlık
dehlize kendimizi kilitleriz.