İki dünya savaşının öncesi zamanları andırıyor dünyamızın hali.
Tüm ülkeler yeniden saflaşıyor. Batı'da, ABD ve Avrupa'da seçimler,
öyle eskisi gibi sessiz sedasız olmuyor; ipi göğüslemek için
taraflar canhıraş biçimde çabalıyorlar. Belli ki bir güç mücadelesi
var ve küreselleşmenin pek tabii bir neticesi olarak her şey
birbirine bağlı. Hükümetlerden ziyade devletlerarası bir mücadele
olduğu besbelli…
Ülkemiz de İsmet İnönü'nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye'de
orada yerini alır" dediği zamanlara benzer bir teyakkuzda.
Cumhurbaşkanımız, kısa bir süre sonra dünyadaki tüm güç
merkezlerini içeren seyahatler yapacak. Yeni yapılanmanın en göze
çarpan yanı, bizim AB ile aramız açılırken İngiltere ile
yakınlaşmamız. Biz ne yaparsak yapalım AB ile ilişkilerimiz giderek
kötüleşecekmiş gibi bir manzara var. Üstümüze geldikçe geliyorlar
ama eskisinden farklı olarak sert cevaplar da alıyorlar. Ayrılıkçı
terör örgütü ve Suriye'deki uzantısı, görünüşte dost ve müttefik
olsalar bile Türkiye'ye karşı hesapları olanların hiç
vazgeçemedikleri, paylaşmak için adeta aralarında yarıştıkları,
bazen kucaklayıp topluca sevdikleri bir piyon. 15 Temmuz darbe
girişiminin ardında kimler olduğu, spritüel cinnet örgütü
görünümünün ardında FETÖ'nün nasıl bir ihanet odağına dönüştüğü,
her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.
Böyle zamanlarda ayrılığı gayriliği bir kenara bırakıp milletçe el
ele vermek lazım. Ama 16 Nisan'da yaşadığımız halkoylaması sonrası
gündeme gelen olaylar, birlik ve beraberliği pek de
başaramadığımızı gösteriyor. YSK'nın “mühürsüz oyların geçerli
sayılacağı" hakkında kararı etrafında bir anafor oluşturulmak
isteniyor. Halkoylamasında “Evet" ve “Hayır"ların birbirine yakın
oranlarda çıkması, bir fırsat olarak görülmesi gerekirken her
nasılsa kutuplaşma tartışması başlatıyor. Kutuplaşmanın tarafları
olarak bu kez karşımıza, şehirlilik-köylülük, eğitimlilik-cahillik
gibi sağduyulu insan havsalasının