Goethe, Faust'unda, Şeytan'la anlaşma olarak gördüğü kâğıt para ekonomisinin geleceği kapsayacağını ve eski düzenin sonunu getireceğini fark etmişti. 17. Yüzyıl'ın ikinci yarısından itibaren birçok düşünür, bu yeni gelen para ekonomisini meşrulaştırmaya yarayan düşünceler ürettiler. Zenginleşme, ailenin ve devletin en ulvi amacı haline geldi; “ekonomi politik”, “mal edinmenin ve zenginleşmenin bilimi” olarak tarif edildi. Fizyokratlar, Montesquieu ve Voltaire hepsi de zenginlik ve lüksü kutsadılar, bu sayede refahın tabana yayılacağını düşündüler. Hobbes'un insanın insanın kurdu olduğu fikrini, Mandeville'nin “Arıların masalında”ki temel felsefeyi, “lüks ve zenginlik arayışının olmadığı bir toplum yok olur“ düşüncesini savundular. Onlara şiddetle karşı çıkanlar, anlattıkları tabloyu “iğrendiren zenginlik” olarak görenler de oldu elbette, mesela Rousseau onlardandı. Rousseau, şiddetin zenginleşme eyleminin bizzat özünde yer aldığını, lüks arayışının da haset, kibir, kıskançlık ve ayırt edilme isteğinden kaynaklandığını ileri sürdü. Zenginlik, lüks ve servet arayışının ne bir birey için, ne de bir toplum için amaç haline gelmemesi gerektiğini, böyle olması halinde toplumda yoksul sayısının artacağını ileri sürdü. Rousseau'ya göre, ekonomi politiğin sosyal ve politik bir felsefe oluşturmaya yönelmesi çok tehlikeliydi.