Kalb, bedene kan pompalayan hayati bir organ ama aynı zamanda, hemen bütün dillerde sevgi, şefkat, merhamet, güven ve cesaret, birlik ve beraberlik gibi olumlu duyguların yuvası; aşkın, insaniyetin, dayanışmanın ve vicdanın evi gibi anlamlara sahip bir kavram… “Kalpten sevmek” de, kalbi en mahrem sırların saklandığı beden bölümü olarak anmamıza yol açan “kalbini açma”, “kalbini okumak” da hemen her dilde olan, hayli eski deyimler… “Kalpsiz!”, “kalbimin sahibi sensin”, “kalbinde bana da bir yer aç”, “kalplerimizi birleştirdiğimizde, gönüller bir olduğunda aşamayacağımız engel yoktur!” gibi ifadelerde kalbin gündelik hayatımızdaki güçlü anlamı, kendini açıkça belli ediyor. Kalbe niye böylesine yüksek anlamlar atfedildiğini araştırmaya kalktığımızda, karşımıza “kalbin tarihi” diyebileceğimiz devasa bir olgu çıkıyor. Bu olguyu dikkatlice incelediğimizde bugün “kalb” sözüne verdiğimiz anlamların çok eski zamanların bakiyesi olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Kalbin sevgi ile özdeş hale gelmiş simgesi, mağara resimlerine, ilk yazılı belgelere kadar uzanıyor. Eski Mısır’da kalb, hayati bir organ olmanın yanı sıra ruhun ve vicdanın merkezi olarak kabul ediliyordu. Ölümden sonra kalb dışındaki tüm organlar çıkarılıyor, sadece kalb yerinde bırakılarak defin gerçekleşiyordu. Çünkü inanışa göre mezarda kalb, adalet tanrısı Maat’ın huzurunda tartılıyor eğer kalbi Maat’ın tüyünden hafif gelirse, ölen kişi Osiris (yeraltı tanrısı ile) yaşamaya devam ediyordu. Aksi halde Ammut (şeytan) kalbi yiyor ve böylece ölenin ruhu yokluğa mahkûm ediliyordu.
Eski Yunan’da halk, ruhun kalbin içinde yerleştiğine inanırdı. Homeros’un kahramanı, kalbiyle hem hisseder hem düşünürdü. Sokrat öncesi düşünürlerin hemen hepsinde bilin...