Darbenin yöneticisi mevkiindeki bir alçağın, o akşam Genelkurmay
Başkanı'na yönelttiği bu soru, çok mühim. Belli ki, 15 Temmuz
darbecileri, kendilerini 12 Eylül darbecilerinden hiç de farklı
görmüyorlar. Yayınladıkları sözüm ona darbe bildirisinde de bu
bağlantı bariz. Biliyorsunuz geçen yasama döneminde TBMM'de çalışan
komisyonlardan birisi, “Darbeleri araştırma” idi. O komisyona biz
de bir rapor sunmuş, darbeciliğin toplumsal psikolojisini ve
meydana getirdiği travmanın nasıl onarılacağını ele almaya
çalışmıştık. Darbecilikle mücadelenin esasen komisyonlar ve
raporlarla olmayacağı bihakkın belli oldu. Darbeciliğin
girebileceği kılıklar hesap edilmedi; yıllardır devlet içinde
paralel biçimde örgütlenen, yabancıların kullanmasına elverişli
spritüel bir cinnet ağıyla bağlantısı gözden kaçırıldı.
Doğru, 15 Temmuz darbesi, öncekilerden epeyce farklar içeriyor.
Bunların dinamosu “Fetö” denilen, kendini güya yüce dinimize nispet
etmeye çalışan, spritüel bir cinnet topluluğu. Bu darbeyi planlayan
esas aklın, başarıdan ziyade ülkeyi Suriye benzeri bir iç savaşı
hedeflediği de ayan beyan. Ama farklılıklar, sadece görünüşte. Bu
spritüel cinnet darbecileri ile önceki darbecileri aynı kumaştan
dokunmuşlar.
Türkiye Cumhuriyeti, maalesef zayıf bir demokrasi yönelimi içerse
de temelde bir vesayet sistemi olarak inşa oldu. Vesayetçi
zihniyet, kendisini esasen bölünme korkusu ve beka kaygısı ile
meşrulaştırıyordu. Haklı olarak elde kalan son toprak parçası
“milli misak coğrafyası” olarak kutsallaştırılırken, fırsattan
istifade resmi ideoloji yerleştiriliyordu.