Erol Göka Yeni Şafak Gazetesi

“Kenti dinlemek”

Bir medeniyet iddiamız ve siyasetimiz olduğundan bahsediyorsak mutlaka değişmeyen gündem konularımızdan birisi şehirlerimiz ve şehirliliğimiz olmalı. Türlü bahanelerle bu görevden kaytarsak bile, tarih ve tabiat bizi mecbur...

23 Temmuz 2017 | 97 okunma

Bir medeniyet iddiamız ve siyasetimiz olduğundan bahsediyorsak mutlaka değişmeyen gündem konularımızdan birisi şehirlerimiz ve şehirliliğimiz olmalı. Türlü bahanelerle bu görevden kaytarsak bile, tarih ve tabiat bizi mecbur kılıyor, dur, düşün, gerektiğinde korkmadan özeleştiri yap diyor. Geçenlerde Doç. Dr. Alev Erkilet’in “Kenti Dinlemek” adında çok önemli bir kitabı yayınlandı. Çoğumuzun demek istediklerini büyük ölçüde içeren bu kitapla ilgili olarak haber10.com. dan Muaz Ergü, Hoca ile bir mülakat gerçekleştirmiş. Tamamını okumanızı ısrarla önerdiğim o mülakat çok önemli tespitler içeriyor.

Soru: “1950’lerden sonra yöneticiler, karar alıcılar genelde muhafazakâr, dindar kesimlerden çıktı… Mahalleyi koruması, mahalle ilişkilerini savunması gereken muhafazakâr siyasette neden mahalle tüketiliyor?”

Cevap:“Bu, bir paradoks ise eğer, 1950 sonrasına değil belki de Osmanlı modernleşmesine kadar geri götürülmesi gereken bir eğilimdir. Osmanlı sultanlarının özellikle III. Selim’den sonra gelenlerine bir nevi modernleştirici sultanlar demek yanlış olmaz. Askeri yenilgiler karşısında başlayan sorgulama süreci, ‘gelişmiş batı tekniğini almak’ gerektiği yönünde bir ortak eğilim doğurmuştur.  Bu yaklaşım zamanla 20. Yüzyıl'ın kalkınmacı modernleşme söylemine yerini bırakmıştır ama öz değişmemiştir… Bu söylem, ‘modern kentin’, ‘modern şehircilik anlayışının’ değerden bağımsız bir kalkınmışlık göstergesi olduğunu varsayıyor. Belki de meseleyi tartışmaya buradan başlamak gerekiyor.”

Hangimiz bu soruyu ve verilen cevabı inkârdan gelebilir, yok öyle değil diyebiliriz? Mutlaka Batı'nın ilmini, fennini alalım gerisini biz tamamlarız anlayışıyla hesaplaşmamız gerekiyor. Başımıza 200 yıldır ne geldiyse altından bu anlayış çıkıyor.

Soru: “Geleneksel yaşam alanlarının yıkılarak yerine prestij konutların, bahçe şehirlerin, kapalı yerleşimlerin kurulduğunu söylüyorsunuz. Bu yapılaşmanın kökeninde de korkunun yattığını belirtiyorsunuz… ‘Korku Mimarisi’ gerçekten insanların korkularını yok edecek mi?”

Cevap:“Korku mimarisi insanların korkularını yok edemez, zaten bu korkunun yok olması da istenmez, çünkü kentte şu an olup bitmekte olan her şeyi meşrulaştıran korkudur. Korku ve söylemi, kendi başına çok işlevseldir. Endüstriden ve onunla birlikte endüstride çalışanlardan arındırılmış kentsel merkezler sermayeye açılırken alt sınıflar kriminalleştirilmekte, tehlikeli sınıflar söylemi yaratılmakta ve bu tehlikelerden korunmanın yolunun da eskisi gibi banliyölere çekilmek değil, tehlikeli sınıfları kentsel merkezlerden uzaklaştırmak, çepere itmek olduğu tutarlı ve istikrarlı bir şekilde tekrarlanmaktadır.”

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Merhametten maraz doğmaz! 12 Eylül 2019 | 231 Okunma “Benden nefret et ama bana acıma!” 08 Eylül 2019 | 196 Okunma Merhamet esastır çünkü... 05 Eylül 2019 | 170 Okunma Merhameti kavramak zordur 01 Eylül 2019 | 148 Okunma Adalet, merhametten koparsa 29 Ağustos 2019 | 148 Okunma