Küreselleşme ile toplumda, aile yapısında ortaya çıkan, daha da çıkacak olan değişimleri tartışabilmek için şart olarak gördüğümüz nedenleri dostum Abdullah Çiftçi’nin tezleri sayesinde ele aldık. Şu ortaya çıktı: Küreselleşmeden bahsederken, mutlaka (kimilerinin uluslar arası finans kapital veya mali oligarşi olarak gördüğü) muharrik güçlerden, küreselleşmecilerden de bahsetmek zorundayız. Aksi halde sürecin ana parçası eksik kaldığı gibi, küreselleşme kendi halinde, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin doğal bir sonucu olarak görülür ki, bu büyük bir hata olur. Bu hayati belirlemenin ardından artık küreselleşmenin insani boyutunu ele almaya geçebiliriz. “Yirminci yüzyılın sonunda içinde yaşadığımız dünya, önceki çağlardan gerçekten farklı bir dünya mıdır?” sorusuna “Evet, öyledir” diye cevap veren Anthony Giddens, küreselleşmeyi ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel çok boyutlu bir olgu olarak görüyor. Bizim pek sevdiğimiz Zygmunt Bauman’ın aksine küreselleşme süreçlerinden pek memnun Giddens (Onların arasındaki tartışma için bkz. http://www.yenisafak.com/yazar...)... Ona göre, 1960’lardan sonra iletişim sisteminde görülen dev değişiklikler, sürecin temelini oluşturuyor. Tarihte ilk defa dünyanın bir yanıyla öbür yanı arasında anında iletişim imkânı var. Anında elektronik iletişim sadece haberlerin ya da bilgilerin daha çabuk aktarılmasını sağlayan bir yol değil; o aynı zamanda ister zengin ister yoksul olalım, yaşamlarımızın tüm dokusunun değişmesine neden oluyor. Enformasyon teknolojilerinin alt-yapısındaki muazzam değişim, ekonominin sanayi ağırlıklı olmaktan çıkıp hizmet sektörüne odaklanması; bilgi, eğlence, iletişim, elektronik ve finans alanındaki hizmetlerin ekonominin can damarı haline gelmesi karşısında yaşamlarımız yeniden şekil...