Marksist olduğu halde yaşadığımız dünyada giderek artan bir anlam sorunu olduğunu kabul eden Terry Eagleton’un modern gündelik hayat eleştirisini alkışlıyorum. Hayatın anlamı sorununu ciddiye almasını ve kendi zaviyesinden cevap aramasını takdirle karşılıyorum. Lakin pek doğal olarak kendisine katılmadığım birçok nokta var. Hem gerçeği yeterince iyi göremiyor hem de gördüklerini gerçeğin tamamı sanıyor. Onun nispi ufuksuzluğu, materyalizmden zorlamalı bir biçimde maneviyat türetmeye çabalamasıyla çok alakalı…
Mesela Eagleton için hayatın anlamı, metafizik değil gündelik hayatla ilgili etik bir meseledir. Bireysel değil ilişkiseldir. Hayatın anlamının en nihayetinde sevgi ve mutluluk olduğuna inanır. Mutluluk ve sevgi tanımlarının maneviyatla bağı olmadığını vurgular. Mutluluk, insanın yetilerinin serbestçe gelişimi olarak görülürse, sevgi de bunun en iyi şekilde oluşmasına imkân verecek bir karşılıklılıktır diye düşünür. Sevgi ve mutluluk verici davranışlar olarak, alçak gönüllülükle yapılan aç insanları doyurma, susuzlara içecek verme, yabancıları iyi karşılama, mahpusları ziyaret etme gibi faaliyetleri sıralar. Bu tür işleri sevgiyle yaparken insanın hem kendisini gerçekleştirdiğine hem toplumsallığının gereğini yerine getirdiğine, sonuçta da mutlu olduğuna inanır (“Hayatın Anlamı” s.103-127). Eagleton’un bu görüşlerine hemen itiraz etmem ama tüm bunların maneviyata açık bir insan tarafından daha kolay hayata geçirebileceğini nasıl göremediğine şaşarım. Hayatın anlamının metafizik boyutunu fark edememesine hayret ederim. Açalım.
Hayatın anlamının metafizik boyutunu anlatabilmek için Eagleton ile öncelikle “hayat”ın ne demek olduğunu konuşmalıyız. Eski Yunanca’da “hayat” için hem “bios” kul...