Edmund Burke, Aydınlanma'nın ve devrim fikirlerinin en etkili ve
kalıcı eleştirisini yapan düşünür. Onun temel eseri “Fransa'daki
Devrim Üzerine Düşünceler”, 226 yıl sonra, Okan Arslan tarafından,
güzel bir tercümeyle Türkçe'ye kazandırıldı. 2004 yılından beri,
“Muhafazakâr Düşünce” dergisi ile birlikte, muhafazakârlıkla ilgili
temel eserleri yayınlama gayreti içinde olan Kadim Yayınları
arasından çıktı.
“Fransız Devrimi dünyada bugüne kadar meydana gelen olayların en
hayret verici olanıdır… Hafif meşreplik ve yabanilikle örülü bu
tuhaf kaos ortamında her şey tabiatının dışına çıkmış, her türden
suç, bin bir çeşit tiyatro gösterisine sirayet etmiş görünmektedir.
Bu korkunç derecede trajikomik sahneyi izlerken, birbirine zıt
tutkular mecburen birbirini takip etmekte; zaman zaman da
zihnimizde birbirine karışmaktadır; aşağılamanın ardından öfke;
kahkahanın ardından gözyaşı; küçümsenin ardından korku…” Devrim adı
altında savunulan keşmekeşin benzeri ifadelerle sağlam biçimde
eleştirildiği, muhafazakârlığın bu temel kitabının bu kadar geç
dilimize tercüme edilmesi, haklı olarak Özipek Hoca'ya yazdığı
önsözde şunları söyletiyor:
“Aslında Cumhuriyet sonrası Türkiye'de yaşananlarla Fransız Devrimi
sonrası, özellikle de Jakobenlerin iktidarında Fransa'da yaşananlar
arasındaki benzerlik göz önüne alındığında, bu ülkede de Burke'ün
çok iyi biliniyor, okunuyor ve tartışılıyor olması gerekirdi… 'Bir
ulusun yeniden yaratılması' adına yapılanlara karşı korku ve
çaresizlik içinde karşı koyamamaktan duyulan kederin burada da
benzer düşünceleri dile getiren kitaplar yazdırması veya en azından
Burke'ü popüler kılması beklenirdi.”
Batı muhafazakâr düşüncesinin dilimize ve kültürümüze, yeni yeni
ancak şimdilerde buyur edilmesinin nedenlerini sorgulamak gerçekten
de çok önemli. Özipek, cevabını, önsöz sınırlarını aşmamanın da
kaygısıyla kısa tutuyor: Tek parti döneminde, “Kemalizm'le
örtüşmeyen veya onun onaylamayacağı dünya görüşlerinin kamusal
görünürlüğüne izin verilmiyordu… Sonrasında ise resmi ideolojinin
sağ ve sol versiyonlarının egemen olduğu bir fikri atmosfer söz
konusuydu ve 1960'lardan itibaren entelektüel atmosferin dominant
ideolojisi sol ve onun türevleriydi.” Bunlar, doğru ama cevabın
tamamı değil. Bu noktadan devam edelim.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Burke'ün bu kitapta temellerini
attığı muhafazakârlık felsefesi, hayatın tabii akışına, genel
tabiata, insan tabiatına yaptığı vurguyla, sivil toplumun devletten
önceliğine ama aynı zamanda devletin basit bir sözleme olmayışına
verdiği önemle, tarihi, tecrübeyi, gelenek ve dini, velhasıl kadim
tecrübeyi esas almasıyla, insanımızın olağan fikriyatına çok
yakındır. Zaten bu nedenle rey hakkını eline alır almaz toplum,
muhfazakar hayat ve düşünme tarzının mümessili olduğunu söyleyen
partileri iktidara getirdi ve kendisine dayatılan resmi ideolojiyi
ve toplum mühendisliğini alaşağı etmeye çalıştı. Ama okusun adam
olsun, devletin ve milletin zeval görmemesi için gayret etsin diye
tahsile yolladığı evlatlarını başka bir kader bekliyordu. Milletin
evlatları, başta temel eğitim olmak üzere devletin ideolojik
aygıtları tarafından zihnen tarihinden ve ebeveyninden
koparıldılar. Resmi ideolojinin torna tesviyesinden geçmiş ve
gelenek ile, “eski” ile biricik rabıta noktası olan yazı dili
değiştirilmiş nesillere öfke ve tepkilerini seküler yollardan ifade
etme dışında bir şans bırakılmadı. Öyle ki, Osmanlı'nın son
zamanlarında çok güçlü bir İslamcılık ekolü ortaya çıkmasına
rağmen, bu dilsizleşme yüzünden, ikinci nesil İslamcılık Pakistan,
Mısır kaynaklarından dolanmak durumunda kaldı. Milletin
evlatlarıyla zihnen kavuşabilmesi, milletin organik aydınının
zuhuratı için önce iktidarı ele geçirmesi, millet-devlet
evliliğinin gerçekleşmesi gerekiyordu. O yüzden, siyaset, diğer
faaliyetlerden entelektüel yaşamdan ve sanattan her zaman daha önde
yer aldı; kültürel iktidarla ilgilenilmedi.