Hasedin tam karşısında yer alan hissi duruşumuz, minnet ve şükrandır. Her ikisi de Arapça'dan dilimize geçmiş olan minnet ve şükranı bir arada kullanıyorum ama anlatmak istediğim olgu aynı. Arapça'da minnet, iyiliği hayrı çoğaltmak, şükran ise yapılan bir iyiliğe karşılık vermek, teşekkür etmek manasına geliyor. Minnetin zıddı nankörlük, şükranın zıddı ise küfran yani ret ve inkâr… Türkçe kullanışta minnet’te çok daha fazla olmak üzere anlam kaymaları olmuş. Mesela teşekkür etmek ve şükür etmek arasındaki bağ, hemen tamamen kopmuş… Minnet’in geniş bir anlam ağı oluşmuş, Farsça bir ekle minnettar halini almış hatta kimi zaman “yaranma” anlamına yaklaşmış. Ben, psikolojiden ve insan ilişkilerinden bahsederken genellikle “minnet” ve “teşekkür”, teolojik bağlamlarda ise “şükran” ve “şükür” kelimelerini tercih ediyorum. Ama her durumda kastımız doğrudan doğruya bir ihsan ve lütuf karşısında hissedilen sevinç, takdir, hayranlık karışımı üst düzey bir duygulanım…
Bebekte minnet ilk kez, ona rahim olan, karnında taşıyan, doğuran bakıp besleyen, kahrını çeken, kaprisini alan varlığa karşı duyduğu histen köken alıyor olmalı. O bakımdan haset kadar temel ve kökene dayalı bir his, minnet.
Minnet duygusu olmasaydı ne aile ne topluluklar ne devlet oluşurdu. Bir kişi, “Ben, bu aile sayesinde, bu toplumsal dokunun koruyuculuğu altında var kalabildim, bu devlet sayesinde kendimi güvencede hissediyor ve sınırlarımı biliyorum ve bu nedenle ben de onlara karşı üzerime düşen vazifeyi yapmalıyım” dediği anda aile, toplum ve devlet, gerek varoluş güvencesine kavuşur. Dahası minnet, ahlakın ve dinin kökenidir denebilir. Karşısındakine borçlu hissetmek, ibadetin de tabiat sevgisinin de toplumsal saygının da iyiliğin de kaynağıdır.
Anneyle yaşantımız sırasında devreye giren, öğrenilen minnet sayesinde insan hem kendisinin iyi yanlarıyla barışır hem de başkalarının iyi yanlarıyla temas kurabilir. Diğer insanların iyi yanlarını görmeyi sağlayan göz veya ışık, minnet hissimizden gelir. Bizim içimizdeki iyi yanın temsilcisi olan minnet duygusunun güvercinleri, gider karşımızdakinin iyi yanının üzerine konuverir; onun güvercinleri de bizdeki iyi yanların üzerine yapar yuvasını.
Minnet duyabilen kimse, karşısındaki insanın iyi yanlarını görmeye daha yatkın olduğundan affedebilmeyi daha kolay başarır. Minnet sayesinde hayatı olduğu gibi kabul edebilmeyi, herkesin değiştiremeyeceği bir kişiliği ve kaderi olduğunu öğrenir ve kin tutmak yerine affedici olur.
Doyumun, memnuniyetin, mutluluğun kaynağı da şükran ve minnet hisleri... Anneyi emdikten sonra doyan ve uykuya dalan bebeklerin yüzündeki ifade, memnuniyetimizin ilk görünümü, sonraki mutluluk yaşantılarımız inşa edeceğimiz hissi zemindir. Eğer bir kişi, karşısındakiyle düzgün bir iletişim kurabilmişse, onunla arasında insani bir alışveriş varsa ve bu alışverişten dolayı karşısındakine minnet duyuyorsa, memnuniyeti ve mutluluğu hak eder. İnsan, karşısındakinin yaptığından memnunsa onu da memnun etmek ister. Eğer karşısındakinden bir şey almıyorsa, ona iyilik yapmak, onu mutlu etmek ya da memnun etmek o kişinin içinden gelmez. Gerçek memnuniyetin ve neşenin kaynağı minnete dayalı insani diyalogdur. Çabamız, hayatın içinde böyle diyalogları mümkün kılmazsa, bu kez sahte, ucuz zevklerin, şans oyunlarının, kimyasalların peşine düşeriz.