Aslında tam ilahiyat, felsefe ve edebiyat okuma, düşünme
zamanları. Ama ne ki, alçaklar hiç boş durmuyorlar. Bu insan ve
insanlık düşmanlarının dünyamızı kan ve vahşet arenasına çevirmesi
karşısında bu konular “hafif” kalıyormuş gibi hissediliyor, vicdanı
suçluluk duygusu dolduruyor. Endişe, düşünceye rahat vermiyor;
yapacak bir iş, eksik bıraktığımız bir şeyler olmalı diye kıvranıp
duruyoruz. Varoluşumuz, hayat ve âlem üzerine düşünmemize engel
koydukça kazanan fanatizm ve ideolojik kestirmecilik oluyor, bir
türlü ne içimizde ne dünyamızda ferahlığa varamıyoruz. Ya
kendimizden tamamen umudu kesiyor ya da tükenmez bir güce sahip
olduğumuzu sanmaya başlıyoruz. Aynı şekilde bu dünyanın
hükümranları olan Batılıları hem tüm kötülüklerin kaynağı hem de
yeryüzü cennetinin sahipleri olarak algılıyoruz. İçimize kapanıyor,
bizdeki fitne fesadı göremiyoruz.
Tam Batı'dan tamamen umudu kesmek, bunlardan iyi hiçbir şey sadır
olmaz diye düşünmenin doğruluğuna kendimi ikna etmek üzereyken
okuduğum iki Batılı yazar, beni kendime getirdi, “Yok o kadar da
değil, iyiler her yerde” dedirtti. “Mutsuz Olmak” ve “Ruhun
Yalnızlığı” kitaplarının yazarlarından bahsediyorum.