Erol Göka Yeni Şafak Gazetesi

"Ne ölümden korkmak ayıp…"

Bir an için ölümün olmadığı, bilinçte faniliğin yer almadığı sonsuz bir hayat tasavvur etsek, her şeyin anlamsızlaşacağını hemen hissederiz. Filozof Nietzsche, varoluşun ebedi kum saati...

05 Temmuz 2015 | 418 okunma


Bir an için ölümün olmadığı, bilinçte faniliğin yer almadığı sonsuz bir hayat tasavvur etsek, her şeyin anlamsızlaşacağını hemen hissederiz. Filozof Nietzsche, varoluşun ebedi kum saati, her bitişinde tekrar geri çevrilse, bu durumun bizim için ne kadar ıstırap yaratacağını anlatır. Hayatın anlamlı hale gelmesi, ancak bir fanilik bilincinin becerisi sayesinde mümkün... Ölüm inkârdan gelindiğinde zihnimiz daralır; insan kaderini örten, varoluşunun, yaşantısının gerçekliğini reddeden bir konuma sürüklenir. İyi bir hayat yaşamamasının nedenlerini hep kendi dışımızda arar, sorumluluk anlayışı güdükleşir. Oysa fanilik bilinci, bizi önemsiz kaygılara odaklanmaktan kurtararak daha canlı ve erdemli bir hayata yöneltir. Faniliğimizi anladıkça “ölüm borcundan kurtulmak için yaşam kredisini reddeden” kişi olmaktan vazgeçeriz.
Ölümü düşünmek, sanılanın aksine tam tersi bir etkiye yol açar. Düşüneni karamsarlığa itmek yerine, hasbi yaşantılar içerisine katar, kendisine getirir. Bu nedenle dini çağrılar, ölüm odaklı olarak kurulmuş; İslamiyet'te her bireysel ölüme “küçük kıyamet” denmiştir. Hz. Muhammed (sav) “Ölenin kıyameti kopmuştur” buyurmuştur.
Ölümü düşünmek böylesine sağaltıcı ama kabul etmeliyiz ki bu konu biraz karışık. Zira “ölüm” dediğimizde zihnimize birçok imge doluyor, hepsi birbirinin içine giriyor. Bunları iyi ayırt edemezsek, ölümü düşünmenin niye iyi olduğunu anlatamayız. İnsanlar bırakın ölümü düşünmenin olumlu etkilerini yaşamayı, “ölüm” dendiğinde ilk anda ürperirler. Tabii ki ölüm, korkutucu; ölüm korkusu, hayli insanidir.
Başkalarının, özellikle kendisi için önemli olan kimselerin ölümleriyle ilgili korkuları dışlayıp yalnızca insanın kendisiyle ilgili yaşadığı korkuyu dikkate alırsak, ölüm korkuları, üçe ayrılabilir. “a) olay olarak ölümün kendisinden, (nasıl can verileceğinden, ölüm sırasında denetimin kaybedileceğinden, toprağın altında ne yapılacağından vs.) b) ölümden sonra bu dünyada geride kalanlara veya öbür dünya hayatında neler olacağından, bilinmezlikten c) ölümün gelmesiyle artık var olunamayacağından” korku... Beklenmedik bir şekilde ölümle yüz yüze geldiğimizde, birisi bizi ölümle tehdit ettiğinde, ölüm gerçek bir tehlike olarak karşımıza dikiliverdiğinde tüm bu korkular, dehşetengiz bir biçimde yaşanır. Ama henüz ölümün soğuk nefesini hissetmiyorken yukarıda saydığımız ölüm korkularından ilk ikisi, doğrudan ölüm korkusundan ziyade ölümle ilgili korkulardır. İlahiyatta ve felsefede “ölüm korkusu” dediğimizde ise kast olunan üçüncüsüdür. Yani varlığın sona ermesinden, ölümün insan için kaçınılmaz bir son olduğundan duyulan bunaltı, endişe... Bizi ölüm bilincine ulaştıracak ya da ölüm gerçekliğinden kaçıracak olan da işte bu endişedir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Merhametten maraz doğmaz! 12 Eylül 2019 | 231 Okunma “Benden nefret et ama bana acıma!” 08 Eylül 2019 | 196 Okunma Merhamet esastır çünkü... 05 Eylül 2019 | 170 Okunma Merhameti kavramak zordur 01 Eylül 2019 | 148 Okunma Adalet, merhametten koparsa 29 Ağustos 2019 | 148 Okunma