Annelik, şüphesiz her kültürde temel taşlardan birisi... Her yerde, her zaman anne, “beşer” yavrusundan “insan” elde edesine uğraşan bir simyacı... Anneliğin, rahmin, doğurgan olmanın evrensel bir gücü var. Her birimiz hayata onun önce biyolojik sonra ruhsal bir uzantısı olarak başlıyoruz. Bebekliğimiz sırasında annemize tamamen bağımlıyız, ona boyun eğmeye mecburuz.
Ömrümüz boyunca bir yandan onunla bu güçlü bağı sürdürmeye bir
yandan ondan özerkleşmeye çalışıyoruz. Rahminde birlikte bir
bütünüz. Doğduğumuzda göbek bağımız kesiliyor ama sadece görünüşte.
Bedenimizle ondan ayrılıyoruz lakin onun varlığı, onunla duygusal
iletişimimiz, ana besin kaynağımız olmayı, epeyce bir zaman daha
sürdürüyor. Fiziki varlığımızı, o olmadan da sürdürebilecek hale
gelsek dahi psikolojimiz ondan beslenmeye ölene dek devam
ediyor.
Annemizle kaynaşmış, mutlu günlerimize duyduğumuz özlem,
aşklarımızın, sevdalarımızın, acılarımızın, sevinçlerimizin de
yollarını döşüyor. Annemizin bize verdiği bakımın niteliği,
psikolojik bakımdan sağlıklı olup olmayacağımızın, nasıl bir
kişilik edineceğimizin belirleyicisi...