1 Kasım'da demokrasi tarihimizin en önemli seçimlerinden birisi
yapıldı. 13 yıl önce başlayan, “sessiz devrim” diye de nitelenen
büyük değişim süreci, ileriye doğru yol almaya devam mı edecek
yoksa kesintiye mi uğrayacak belli olacaktı. Önemi ölçüsünde de
gerilimliydi. Öyle ki, seçime birkaç gün kala, bu gerilimin yol
açtığı endişeli ruh haliyle baş edebilmek için seçim sonuçlarının
açıklanacağı vakte kadar uyumak istediğini söyleyenler bile
vardı.
1 Kasım seçiminin öncesinde, yayınlanan anket sonuçlarına pek
itibar edilmemesi şeklinde kanaat bildiriyordum. Beni bu fikre
yönelten saik, 7 Haziran'dan farklı bir psikolojik atmosferde
seçime gidileceği, seçmenin bu kadar kısa sürede gidilen seçimi,
ister istemez önceki seçimin ikinci aşaması olarak algılayacağı ve
dile getiremese bile, iki büyük partiye daha fazla rağbet
edeceğiydi. Yine aynı şekilde, bu seçimin temel paradigması, Ak
Parti'nin tek başına iktidar olup olamayacağı olarak belirlenmişti.
Ak Parti'ye fanatik biçimde karşı çıkmayan ve koalisyonla
yönetilmek istemeyen seçmen, pek gönüllüce söylemese de son anda
ona oy verebilecekti.