Geçen Çarşamba günü, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan “15
Temmuz Işığında Türkiye Sempozyumu”nda, “Tarihi Bir Kırılma Anını
Okumak: 15 Temmuz Şanlı Direnişinin Anlamı” oturumundaki
konuşmamızda 15 Temmuz'un dünya mazlumları nezdindeki algılanışının
da çok mühim olduğu tespitinde bulunduk ve şunları söyledik:
Şüphesiz Millî Mücadele'den önce de (bir kısmı bizzat Osmanlı
topraklarında olmak üzere) bir takım “ulusalcı” gayretler olmuştu
lakin onları “Millî Mücadele” ile bir ve aynı görmek, ancak bir
akıl tutulmasının, tarihi bilinç körleşmesinin neticesi olabilir. O
ulusalcı cereyanlar, nedense hiç kapitalist-emperyalist dünyada
vuku bulmuyor, tam tersine onların desteklerine mazhar oluyordu.
Osmanlı, farklı ve özgündü, kapitalist-emperyalist sistemin bir
parçası olmadığı gibi hala güçlü bir itirazı barındırıyordu. O
nedenle 1. Dünya Savaşı'nın en genel sonucu, nihayetinde Osmanlı
topraklarının paylaşılması oldu.
Millî Mücadele, sosyalizm gibi bir ideolojiye dayanmayan,
emperyalistlere yaslanmayan, sisteme ilk başkaldırıydı. Bu manada
büyüklerimizin, bize Millî Mücadele'nin mazlumlara misal olduğunu
söylemeleri, sonuna kadar haklıydı. Millî Mücadele neticesinde
kurmaya muvaffak olduğumuz cumhuriyet idaresi, şüphesiz büyük bir
başarıydı. Ama başta on yıllar süren bir sürecin sonucunda,
milletin zayıf düşmesi olmak üzere, birçok sebeple, demokrasiyle
taçlandırılamadı.
Dünyadan kopmamak için uluslararası sistemle birlikte hareket
etmemiz, kendimize özgü bir modernleşme yolu aramaya çalışmamız da
doğru ve yerindeydi. Bizim dünyayla birlikte hareket etme amacımız,
farklılıklarımızı gözardı edeceğimiz, sistemin kurallarını
ellerinde tutanların her dediklerine tartışmasız uyacağımız,
dayatmalarına ila nihai boyun eğeceğimiz anlamına gelemezdi. Ama
galiba