''Lokman Hekim” de “Hızır” gibi İslamlaşma sonrası Türk halk
inançlarının ve Türklerin psikolojisinin kurucu ad ve
kişiliklerinden. Türklerin psikolojisini belirleyen dinamikler
içinde önemli bir yer tutuyor; önce “ölüme çare”, sonra “derde
derman” ile özdeşleşmiş, sağlık problemi olan ondan umar bekliyor.
“Hızır”dan farklı olarak “Lokman” adı, Kur'an-ı Kerim'de geçiyor,
hatta 33. Surenin adı Lokman… İslam-öncesi Arap dünyasında Lokman
diye bilinen şahsiyetler ve efsaneler var; bunların Kur'an'daki
Lokman olup olmadığı derin bir tartışma konusu. Ama Türklerin
“Lokman” ile tanışması, Kur'an-ı Kerim'deki Lokman Suresi
sayesinde. Bu surenin 12 ila 13. ayetleri şu şekilde:
“12. Andolsun, biz Lokman'a 'Allah'a şükret' diye hikmet verdik.
Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim, nankörlük
ederse, bilsin ki Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye
layıktır… 13. Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti:
Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir
zulümdür.” Daha sonra 19. Ayetin sonuna kadar Lokman'ın öğütleri
yer alıyor. Biz, bu ayetlerin bizi kat kat aşan dini yorumuyla
ilgili değiliz. “Lokman Hekim”in İslamiyet'in kabulünden sonra
Türklerin psikolojisine yön veren, Türk folklorunda çok önemli bir
yer tutan ana inanç ve bakış açılarından birisi haline gelmesini
anlamaya çalışıyoruz.
Görüldüğü gibi “Lokman”, Kuran-ı Kerim'de “kendisine hikmet verilen
kişi” olarak zikrediliyor. Bu ayetlerde “sağlık”, “hastalık”,
“hekimlik”, “sağaltım” gibi tıbbi konulardan söz edilmediği,
yalnızca Lokman'a “hikmet” verildiğinden bahsedildiği ve bazı
öğütler verildiği açık biçimde görülüyor. Bugün tam karşılığını
bulmakta zorluk çektiğimiz “hikmet” kavramı, geleneksel dünyada
bilgi hiyerarşisinin en üstünde yer alıyor ve “hayat, varlık ve
ötesi hakkında derinlemesine bilgi” anlamına geliyordu; elde
edilmesi için ilahi bir lütuf gerekliydi. Hikmet sahibi olan kişiye
“hakîm” dendiğinden Lokman da “Lokman el hakîm” diye
anılıyordu.
“Hikmet”, kimilerince doğrudan doğruya “mistik” bilgiyle eş
tutuluyor ama aslında “felsefe”ye yakın bir anlam içeriyor. Zira
Eski Yunan'da “sophia”, hikmet, “felsefe” (philosophia) hikmet
sevgisi anlamına geliyor. Demek ki filozoflar, her şeyin
derinlemesine, kuşatıcı bilgisine sahip olmak için çaba gösteren,
bu çabayı seven kimseler olarak görülüyorlardı. Bu nedenle olsa
gerek, İslam dünyasında filozofa “hakîm”, filozoflara “hukemâ”
denildi. Ayrıca modernlik öncesi zamanlarda bilginin ve bilgiyle
ilgili kimselerin sınıflandırılması şimdikinden çok farklıydı.
Filozofun, yalnızca felsefe ve din alanlarında değil, tıp dahil
astronomi, simya, matematik, hukuk gibi o günkü bilimin tüm
alanlarında belli bir bilgiye sahip olması gerekiyordu. Ancak bu
takdirde, hikmet sahibi kişi, hakîm, filozof olunabilirdi.