Türkiye, gerek doğal afetler gerek insan eliyle meydana gelenler
çerçevesinde tam bir travma ülkesi. Sürekli travmalara maruz
kalmaktan olsa gerek, bağışıklandığımızı ve bize bir şey
olmayacağını öne süren bir sözümüz bile var. “Acı patlıcanı kırağı
çalmaz!”… Keşke bu sözümüz doğru olsaydı ama değil. Travma
araştırmaları tam tersini gösteriyor. Ne kadar çok travmayla,
acıyla karşılaşıyorsak her seferinde psikolojimiz, bırakın
alışmayı, daha çok yaralanıyor.
Travmalar bize bir şey yapmaz, yaşayıp gidiyoruz sanırız ama
“travma sonrası stres bozukluğu” dediğimiz oldukça sıkıntılı
psikiyatrik rahatsızlığa yakalanan insanlarımızın neler çektiğini
bilmeyiz. Ateş, gerçekten düştüğü yeri yakar, yüzlerce insanımızın
dünyası zehrolur… Her felaket, bir kaybı ve matem tepkisini de
beraberinde getirir. Matem, gereği gibi yaşanamazsa, dert içimizde
birikir, apseleşir. Travma ve matem zamanları, duygusal bir
girdabın yaşandığı, öfke ve kabullenmenin zor olduğu zamanlardır.
Böyle zamanlarda provokasyon çıkarmanın kolaylılığını bilenler
pusuya yatarlar. Özellikle insan eliyle yapılmış travmalarda,
sorumlular bulunup adil biçimde yargılanmazlarsa kamu vicdanı hasar
görür. Tek tek yaşanan sorunlar bir tarafa, başımıza gelen her
musibet, çaresine bakmadığımız, onarıp rehabilite edemediğimiz,
matemini yaşayamadığımız her bir travmatik olay, toplumsal
ahengimizi bozar, şiddete ve fanatizme katkıda bulunur, dahası
kimliğimize yapışarak bizden sonraki nesillere bile aktarılır,
farkına bile varmayız. Hal böyleyse, bugün sergilediğimiz manzarada
yaşadığımız travmaların payı nedir, bir düşünsenize!