Umut da arzu da hâlihazırda mevcut olmayan ama ileride gerçekleşme ihtimali bulunan bir kazanıma yani geleceğe yönelik. Gelecekte bir şeyin olmasını ummak ile dilemek aynı manaya gelebilir. Umut, bir arzu türü ama diğer tüm arzulardan da farklı… Umudu anlayabilmek için bu fark üzerinde biraz düşünmeliyiz. Umudu, diğer arzulardan ayırt ettiren, onun daha şiddetle arzulanması, yani tutku olması değil.
Umutla arzu arasındaki ince farklardan birisi, Arapça ifadede çok bariz… Temennî (arzu), meydana gelmesi mümkün olan ve olmayan şeyler için kullanılırken tereccî (recâ, umut) çoğunlukla meydana gelmesi mümkün olan durumlarda tercih edilir. Muhalin/imkânsızın meydana gelmesi umut edilemez diye düşünülür. “Arzulanan” için her zaman böyle olmadığı halde “umut edilen şey” için ayrıca çaba gösterilir. Umut ettiğimiz şeyin bizim çabamıza bağlı olduğunu önceden sezinleriz, böyle durumlarda gayretimiz kamçılanır, hevesimiz galeyana gelir. Umut ettiğimiz şeye ulaştığımızda da neşelenmemizin sırrı da buradadır. Oysa arzu sınır tanımaz, asla erişemeyeceğimizden emin olduğumuz şeyleri bile arzulamadan edemeyiz.
Bu arada söylemeden geçmeyelim: Elbette insanın hayal gücünün ucu bucağı yoktur. İmkânsız olanı da umabiliriz. Hani diyorlar ya: “gerçekçi ol imkânsızı iste!” diye, işte onun gibi, bu dünyada gidişat böyle olduğu sürece bizim umutlarımızın gerçekleşmeyeceğini biliriz ama istemeye ve bu arada mücadele şevkimizi artırmak için umudumuzu kamçılamaya devam edebiliriz. Tüm bunlar bilinç içinde olup bitiyorsa, ilk anda inandırıcı gelmese de belli bir mantık örgüsüne sahipse mesele yoktur. Ama bir umudun gerçeklerden ve mantıktan ne kadar uzaklaşırsa, bizi ruhsal bir çağlayanın uçurumuna doğru yaklaştırdığını, her an yüksek bentten aşağı düşüp psikolojik bütünlüğümüzün un ufak olma ihtimalini de göz önünde bulundurmak zorundayız. Umarım umut üzerine yazan Marksist Terry Eagleton da “Gelecek haziran ayında komünizmin dünyaya hâkim olacağını umut etmek aslında, makul sayılan bir umudu dillendirmenin retorik bir biçimdir. Bu bakımdan, böylesi önermelerin mübalağalı kabuğunun altında akla yatkın bir çekirdek vardır” (“İyimser Olmayan Umut”, Ayrıntı Yayınları) derken, ne söylediğinin farkındadır.
Eagleton demişken, onunla umut konusunda farklı düşüncelerimiz olduğunu belirtmeliyim. Ona göre umutla arzu arasındaki temel fark, arzunun çoğu durumda belli bir nesneye yönelik olması ama umudun çoğunlukla genel bir durumu amaçlamasıdır. Ama o bile kesin değildir. Gabriel Marcel’in umudu bir tür sevgi/aşk olarak görürken, arzuyu haris ve benmerkezci bulan bakışını Eagleton desteklemez. Ona göre pekâlâ kötücül umutlar ve iyicil arzular olabilir. “Umut, ille olumlu anlamda ahlaki olmayabilir, banal ve habis kullanımları olabilir.”
Eagleton, umudu ahlaken daha rafine ve rasyonel bir arzu türü olarak görenleri tiye alacağım derken ipin ucunu iyice kaçırır. “Kar yağmasını umabilir, salamura yumurta arzulayabilirsiniz” diyecek noktaya kadar vardırır işi. Umuttaki çaba gerektiren ve toplumsal değer oluşumuna yol açan olumlu potansiyelleri görmezden gelir. Eagleton’a sorsan en ahlaki zafiyet içindeki kimsenin, mesela bir hırsızın, bir caninin de kendine göre eyleminin bir amacı, umudu, yaptıklarının bir değeri vardır diyecektir. Hayır; hırsızın ve caninin beklentisi ve arzusundan bahsedebiliriz ama bunlara umut diyemeyiz, tıpkı hırsızlığa ve katle “değer” diyemediğimiz gibi…
Umudun arzuya göre daha anlatısal yani bir hikâyeye, bir olay örgüsüne dayalı olduğunu kabul eden Eagleton, hayvanların dilleri olmadığı için umut hissine sahip olmadıklarını savunan Wittgenstein’a da karşı çıkar. İnsanın ölüm sonrası için de umutlarının olabileceğini, bu noktanın da umudu arzudan ayırdığını söyler. Bu duruma verebildiği örnek ise şu: “Örneğin, Elvis Presley taklitçilerine karşı ömür boyu güttüğüm kan davasını ben öldükten sonra da sürdüreceğinizi umabilirim.” Oysa öte-dünya inancı olan hakiki ve kalıcı hayatın ahrette olduğuna inanan bir Müslüman için umut bahsinin en dikkate değer kısmı tam da burasıdır. Her Müslüman kıyamet sonrası ahretteki yargılamadan alnı ak çıkmak ister. Dünya hayatındaki tüm çabası, amelleri, ibadetleri, duaları bunun içindir. Bu noktada onlar için umut ve arzu birleşir. Bununla da kalmaz Batılı âlimlerin hep altını çizdikleri, umudun sevgi ve inançla ilişkisi de Müslümanlar için bu noktada bir ve aynı hale gelir. “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve hayırlı evlat…” Hz. Peygamberin (SAV) bu hadisindeki belirttiği hususlar da Müslüman kişinin umudunu ölüm sonrasına taşıma girişimleridir.