Tarihin hemen her döneminde olan ve seyrine çok önemli etkide bulunan olaylardan birisi de büyük salgınlar. Mesela Osmanlı’nın Avrupa’daki ilerleyişini biraz da veba salgını nedeniyle Avrupa’nın yaşadığı siyasi ve toplumsal felç haline bağlar bazı tarihçiler. Büyük salgın zamanları, insanların, toplumların nasıl davrandıklarını, insanın doğasının gerçek yüzünü görmek açısından da eşsiz veriler sunuyor.
Yaşadığımız zamanları “Ortaçağ”a (Alain Minc), hatta insanlığın barbarlık zamanlarına (Michel Henry) benzeten düşünürlerin hiç akıllarından geçmiş midir, bilmiyorum. Son yıllarda ortaya çıkan AIDS, Ebola hastalığı, ölümcül grip vs. gibi salgın tehlikelerinin tıpkı Ortaçağ’daki veba salgınlarına benzeyen bir görüntü ya da genel ruh hali yaratma ihtimali var. Hakkını teslim etmeliyiz, bizim Kemal Sayar Hoca öteden beri depresyonu “çağın vebası” olarak niteliyor, çok verimli düşünceler geliştiriyor. Ama anlatmaya çalıştığımız büyük bir hastalık salgını ruh hali, günümüzün vebası gibi büyüyen ve yayılan depresif durumlardan nispeten farklı…
Her şeyin küreselleşmesinden bahsediyoruz da ölümcül küresel salgın hastalık tehlikesini hemen savuşturup geçiyoruz. Muhtemelen modern bilim ve teknolojiye inancımız yüzünden böyle yapıyoruz. Ölüm gerçeğini nasıl yok sayıyorsak, büyük küresel salgın ihtimalini de görmezden geliyoruz. Ama yakın zamanlara kadar sanatçılar, büyük salgınlar sırasındaki insanlığımızın hali üzerine çok önceden önemli esinler yaşayıp eserlerine aktarmışlardı. Avrupalı yazarın doğal olarak büyük salgın deyince aklına veba geliyordu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1921’de Jack London, “Kızıl Veba” romanını yazdı. Uygarlığın kendisini nasıl bir sona getirdiğini; aslında sorunun veba değil insanın daha çok uygarlaşma çabası olduğunu, kızıl vebadan sonra hayatta kalan çok az insanın yeniden uygarlığa yönelip tekrar alaşağı olacağını, bu kısırdöngünün böylece devam edip gideceğini anlattı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Camus, 1947’de “Veba”yı kaleme aldı. İnsanlığın kaderinin felaketlerle silinip gitmek olduğunun bilinmesine rağmen umut ve dayanışmadan başka tutunacak dalımızın, gidecek yerimizin olmadığını anlatmaya çalıştı. Dikkatinizi çekmiştir, büyük salgın fikri hep büyük savaşlarla kol kolaydı. Savaş ve salgın, hemen birbirini çağrıştırıyordu.
“Veba”da romanın kahramanı Dr. Rieux, elinden geldiğince hastalık ile mücadele eder bunu tüm yetkililere duyurmaya, çözümler üretmeye uğraşır. Çabası bir gazeteci tarafından görülüp “kahraman” ilan edilmesi üzerine kabul etmez bu payeyi. Tüm erdemli insanların bu durumda kendisi gibi davranacağına inandığını söyler. “Dürüstlük nedir?” diye sorulduğunda, “işimi yapmak; her durumda insan sağlığını korumak ve yaşatmaktır” diye cevap verir. Dr. Rieux’un bu cevabı çok önemli. Hala pek çok hekim böyle bir cevap verecektir ama büyük bir salgın halinde genel olarak toplum erdemli bir tutum sergileyebilecek midir?
Salgın zamanları, bulaş tehlikesi, gerçekten de insanlığımızın büyük bir sınavdan geçtiği anlar ortaya çıkarıyor. Büyük bir salgın olduğunda ilk başta bir panik havası yaşansa, içlerindeki canavar insanları yönlendirse bile bir süre sonra ahlaki yan, harekete geçiyor, yardım ve dayanışma hisleri hâkim hale geliyor. Şimdiye kadar hep böyle olmuş. Ama bugün, teknomedyatik dünyada aynısı olur mu emin değilim...