İnsan, varlıkların en şereflisi tahtına oturmuşsa, bunda hür
irade sahibi olmasının payı büyük. O yüzden her fırsatta “hür
irade”yi alkışlıyor, modernlik eleştirimizin başına iradeyi
itibardan düşürmesini koyuyoruz. Ama hürriyetimizin birçok bakımdan
sınırlandığını, rahmetli Ali Şeriati'nin ifadesiyle, insani
varoluşun zindanlar içinde olduğunu belirtmeyi de ihmal
etmiyoruz.
Hür irademiz var evet ama genetik yapımıza, içine doğduğumuz
ailenin, toplumun, tarihsel koşulların işleyiş kurallarına sıkı
sıkıya bağlıyız. Hür irademizle yaptığımızı sandığımız tercihler,
pek de bizim eserimiz değil. Mesela yeme kültürümüz ve hatta damak
zevkimiz bile bizatihi kendi tercihimiz olmaktan ziyade içine
doğduğumuz, yaşadığımız ortamla bağlantılı. Biz tercihte bulunurken
sadece hürmüş gibi yapıyoruz.
Yeme kültürünün toplumsal koşullarla bağlantısı, beşerî
bilimcilerin üzerinde çokça durdukları bir konu… Yaşadığımız
post-modern toplumun alâmetifarikalarından birisi fast-food. Bu
görünümden yola çıkarak ne çok analiz yapıldı. George Ritzer'in
“Toplumun McDonaldlaştırılması”, başucu kitabımız; yaşadıklarımızı
tasvir etmek için en çok başvurduğumuz metafor, “McDonaldlaşma”
oldu… “McDonald's”, bir 'fast-food' markası değildir artık.
“Toplama kampı modelinden ilham alarak bütün dünyayı 'akılcılığın
demir kafesi' içine hapseden toplumsal, ekonomik, kültürel bir
sistemin adıdır.”