Erol Göka Yeni Şafak Gazetesi

Yaşlı hizmetleri genel müdürlüğü

Dünyadaki değişimin etkisi hızla ülkemize de yansıyor. Henüz Batılı ülkeler düzeyinde olmasa da ortalama yaşam süresi, insan ömrü, ülkemizde de yüksek bir ivmeyle artıyor. Pek yakında gelişmiş...

22 Nisan 2018 | 108 okunma

Dünyadaki değişimin etkisi hızla ülkemize de yansıyor. Henüz Batılı ülkeler düzeyinde olmasa da ortalama yaşam süresi, insan ömrü, ülkemizde de yüksek bir ivmeyle artıyor. Pek yakında gelişmiş ülkeler düzeyini yakalayacağız. Rakamlarda bu durum açık seçik görülüyor. Doğum oranlarının giderek düşmesini engelleyebilirsek, diğer toplumlardaki olumsuz demografik görünümün burada da ortaya çıkmasına mâni olma şansımız hala var. Ama neresinden bakarsak bakalım önümüzdeki yıllarda yaşlı sayımızın çok daha fazla artacağı artık kesin gibi.

Çok şükür, yaşlılığa ve yaşlılığa bakışla ilgili birçok müspet özellikler taşıyan bir kültür ve inanca sahibiz. “Aksakallı”lar Türk tarihinde hep yönetimde söz sahibi olmuşlar; yaşlı insan, tecrübeli, akıl danışılan ve toplumsal hiyerarşide en üstte olan, eli öpülen kimse olarak görülmüş, yaşlılarımız evlerimizin başköşesine oturtulmuşlar. Hane içindeki tüm karar alma süreçlerinde ve çocuk yetiştirme pratiklerinde yaşlıların hep sözleri dinlenmiş. Kültürümüzde yaşlılık, bilgelik ve akil olmakla eşdeğer anlamlar içeriyor ve hala itibarlı bir konuma sahip. Dünya ile birlikte giderek yaşlanan ve yaşlı nüfusu artan toplumuzda bir yaşlılık politikası geliştirirken en büyük dayanağımız bu. Ama gerçeklere de gözlerimizi kapamamalıyız.

Modernleşme süreçlerinden türeyen gündelik hayat ve aile anlayışı, geleneksel yapıları, bu arada yaşlıların geleneksel konumunu doğal olarak tehdit ediyor, sarsıyor, hatta yer yer yıkıyor. Ülkemizin birçok alanda olduğu gibi yaşlılıkla ilgili temel sorunu da, bu geleneksel ve modern değerlerin çatışmasından kaynaklanıyor. Bu çatışmalı yapı, ailelerde çok ciddi iletişim sorunları üretip duruyor. Geleneksel ve modern değerler arasında sıkışıp kalmış aileler, yaşlılar, çocuklar, birçok güçlükler yaşıyorlar. Bu ülkede birçok evde yaşlı insanlarımız nedeniyle sevgi ve saygının yanı sıra dertlerin de olduğunu görmeli, gelenekselle moderni kavga ettirmek yerine, kendimize özgü modernleşmenin, geleneksel değerlerin nasıl modern hayata olumlu biçimde aktarılabileceğinin yollarını bulmalıyız. Nerede durduğumuzu, imkânlarımızı ve sorunlarımızı düzgün biçimde saptamalı ve çözüm önerileri üretmeliyiz.

Yaşlıların belli başlı sorunlarını belirlemeye çalışan çok yönlü araştırmalar, ülkemizdeki yaşlıların da başlıca beş kategoriye ayrılan (gelir, sağlık, bakımevi, ulaşım ve beslenme) sorunlardan azade olmadıklarını gösteriyor. 10 yaşlımızdan 9’nun sabit bir geliri yok. Yaşlı kadınlarımızın çoğu, ev hanımlığından geliyor yani başkaca bir meslekleri ve buna bağlı sosyal güvenceleri olmamış. Sayıları 10 milyona yaklaşan, çoğu yoksul olan yaşlılarımızla, hastalık, bakıma, yardıma muhtaçlık gibi sorunlarıyla aileleri ilgileniyor. Bunlara eğitim, iş, emeklilik sonrası roller, manevi ihtiyaçlar, güvenlik gibi diğer önemli sorun alanları da eklenebilir.

“Sandviç kuşak” dediğimiz kendisi yaşlanmaya yüz tutmuş insanlarımız, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artan dertlerle karşı karşıya. Bu insanların yetişkin çocuklarından bir kısmı evlenip evden ayrılmış. Evlenmemiş yetişkin çocukların çoğu ebeveyniyle aynı evde yaşıyor. Özellikle kız çocuklarının sosyokültürel normlar nedeniyle zaten başka bir alternatifleri de yok. Gençler arasındaki işsizlik sorunu çok önemli. Kentlerdeki daracık ikamet ortamları… Tüm bunlar, yaşlılarımızla aynı evlerde yaşayabilme imkânlarımızı azaltıyor. Yaşlılarımızın %98’inin gelirsiz olduğu ve kronik hasta, engelli ve bakıma muhtaç olanların yaşlandıkça arttıkları dikkate alındığında, yaşlılarına bakan insanlarımızın çok fazla güçlükler yaşadıklarını, bu beraberliklerin sorunsuz geçmediğini tahmin etmek için kâhin olmak gerekmiyor.

“Ne kadar genç toplum olduğumuz”la öğünelim elbette ama gerçeklerden de kopmayalım. “Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya güzellikle muamele etmenizi emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlığa ererlerse onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz söyle” (İsra/23) emrine her zaman uymağa gayret edeceğiz şüphesiz. Lakin yapmamız gereken başka acil görevlerimiz de var.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Merhametten maraz doğmaz! 12 Eylül 2019 | 231 Okunma “Benden nefret et ama bana acıma!” 08 Eylül 2019 | 196 Okunma Merhamet esastır çünkü... 05 Eylül 2019 | 170 Okunma Merhameti kavramak zordur 01 Eylül 2019 | 148 Okunma Adalet, merhametten koparsa 29 Ağustos 2019 | 148 Okunma