Yaşadığımız tuhaflıklarla dolu zamanı ve toplumu tanımlama gayretleri sürüyor. Bunlardan kısa ama dişe dokunur nitelikte bir çalışma, Kore kökenli Alman felsefe profesörü Byung-Chul Han’dan geldi: Yorgunluk toplumu...
“Her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları vardır” diyor doktorasını Heidegger üzerine yapmış olan Han. Ona göre bu çağı, bir önceki gibi bulaşıcı olanlar değil sinirsel dediği hastalıklar belirliyor: “Hastalık veçhesinden bakılacak olursa, başlamakta olan 21. Yüzyıl, sinirsel (neural) olarak belirlenmiştir. Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, sınırda kişilik bozukluğu veya tükenmişlik sendromu gibi sinirsel hastalıklar başlatmakta olan 21. Yüzyıl'ın patolojik manzarasını tayin etmektedir. Bunlar kesinlikle bulaşıcı değildir; bilâkis, bağışıklık açısından yabancı olanın olumsuzlanmasından ziyade ifrat derecesindeki olumlanmasından ileri gelen tıkanmalardır. Böylelikle, yabancının olumsuzluğunu savuşturmak üzere tasarlanmış her bağışıklık tekniğinden sıyrılırlar.”
Han’a göre geçtiğimiz yüzyılı niteleyen bağışıklık artık önemini yitirdiğinden yabancı olanın işgali esasına dayalı teoriler geçersizdir. “Başkalık, bağışıklığın temel kategorisidir. Her bağışıklık tepkisi, başkalığa karşı verilmiş bir tepkidir. Fakat günümüzde başkanlığın yerini herhangi bir bağışıklık reaksiyonu doğurmayan fark almıştır. Post-immünolojik, yani post-modern fark artık hasta etmemektedir. İmmünolojik satıhta bu durum, aynı’ya tekabül eder. Fark, adeta ateşli bir bağışıklık reaksiyonunu tetikleyecek iğneden yoksun kalmıştır. Yabancılık da kendini bir tüketim reçetesine doğru yumuşatmıştır. Yabancı, egzotik olana boyun eğmiştir. Turist yabancıyı ziyaret eder. Turist veya tüketici artık immünolojik özne değildir...
Aşırı üretim, aşırı performans ve aşırı iletişimden doğan pozitifliğin gücü artık viral değildir. Bağışıklık ona erişim sağlamaz. Pozitifliğin icrası karşısındaki tepki immünolojik savunmadan ziyade sindirimsel-sinirsel bir boşalma ve reddi ifade eder. Keza ifrat karşısındaki halsizlik, yorgunluk ve boğulma da immünolojik reaksiyon sayılamaz… Bunlar, immünolojik manadaki yabancıdan sâdır olan korkudan hepten farklıdır...”
Günümüz toplumu artık Foucault’un bahsettiği hastaneler, tımarhaneler, hapishaneler, kışlalar ve fabrikalardan oluşan bir disiplin toplumu değil. Bunların yerini çoktan beridir fitness salonları, bürolardan oluşan gökdelenler, bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri ve gen laboratuvarı aldı. 21. Yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu değil, performans toplumudur. Sakinleri de itaatkâr özne değil, performans öznesidir...”
Hannah Arendt, çalışmaya ve işe dayalı modern toplumda inancın yerini aksiyonun aldığı, faal olmanın neredeyse dini bir boyut kazandığı ama insanın alabildiğine edilgenleştirilerek bireyselliğinden vazgeçtiği, anonim hayata bırakıldığı, sonuçta çalışan hayvan derekesine düştüğü kanaatindedir. Han’a göre Arendt’in tespitleri artık geçersizdir. Günümüz insanı, bireyselliğini ve egosunu terk etmez, hiperaktif ve asabi bir telaş içinde hiper-nörotiktir. Yalnızca 'Tanrı'ya ve öte dünyaya değil kendisine karşı da inancını yitirmiştir. Sağlığını mutlaklaştırıp bedenini ilahe mertebesine yükseltmekten başka çaresi yoktur.