“Elit” ve kimi düşünür çevreleri ile medyamızda Türkiye’deki
gelişmeler değerlendirilirken çoğunlukla, “sanki İsveç’te ya da
Hollanda’da yaşıyormuş gibi” yapılan eleştirilere gülmemek elde
değil.
“Nasıl olur, bu da yapılır mı” diyenler, nasıl bir ortama
sürüklendiğimizi bir türlü görmek istemiyorlar: vicdan
temizlercesine, aptalı oynamanın cazibesine kapılıyorlar! Bu tür
yakınmalarla, “statükoyu kabullenmiş oluyorlar”. Normal bir
rejimdeymişiz gibi, anormallikleri eleştiriyorlar.
Sürüklendiğimiz rejimin anormallik düzeyinin, bu tür süper
anormallikleri üretmesinin, “çok doğal olduğunu” anlamak
istemiyorlar. Sürüklendiğimiz rejim, “ancak bu tür anormallikler
sayesinde ayakta kalabiliyor”: çıtayı sürekli yükseltmek zorunda:
her olumsuzluk, daha büyük olumsuzluklar kullanarak yürüyor.
“Sürdürülebilir üstünlükler kuramımda”, 16 yıldır anlatmaya
çalıştığım gibi.
- Tek kişilik rejim sınırları içinde hukuk reformu ne anlam taşır
ki? Metin Feyzioğlu herhalde “imkânsızı başarmaya”
soyunmuş olmalı! Kimi hukukçularımız da, sanki Danimarka’daymışız
gibi, televizyonlarda teknik ayrıntılara giriyorlar! Ne anlam
taşıyabilir ki...
- Sürücülerin bile bile, kuraldışı araba kullanmaları “trafik
bilgisi” ile ilgili değildir: özellikle bile bile yapmalarının
arkasındaki nedenler başkadır: kuraldışılığa (ve hukuk dışılığa)
özenmenin, ilkelliğin ve anarşinin sonucudur. İşi, kimi dincilere
kadar götürebiliriz.
- Büyük deprem felaketini 20 yıl konuştuk, peki ne yaptık?
İstanbul’un yeşil alanlarını işgal edip İstanbul’u gökdelenlere
boğduk, kenti bir yandan beton ile boğarken üniversitede “inşaat
teknikleri öğretmenin” ne anlamı olur?
- Adaletin işletilemediği ve kuvvetler ayrılığının siyaseten ve
yasal olarak geçersiz kılındığı bir rejimde hâkim, savcı ve avukat
“yetiştirme...