Vezneciler’deki metrodan çıktık, Beyazıt Meydanı’nın eski, ünlü
Çınaraltı’ndan geçiyoruz, dostum Prof. Özer Ertuna
ile birlikte: Bu seferki sohbet mekânımız Kapalıçarşı’daki
Havuzbaşı.
Şaşırıyorum, Çınaraltı bomboş, “Belediye Zabıtası” yazılı demirden
banklar konmuş, o eski güzelim, caminin yanındaki Çınaraltı buhar
olup uçmuş sanki, içim cız ediyor.
Beyazıt’a ve İstanbul’a kimliğini vermiş, asırlık seyyar satıcılar,
kehribar, Erzurum taşı tespih satanlar, cıvıl cıvıl neşeli mekân
kaybolmuş, bir ölüm boşluğu var.
Vefa Lisesi’nde ve İktisat Fakültesi’nde öğrencilik, asistanlık ve
50 yıllık hocalık günlerim bu mekânda geçti.
Çınaraltı’nda Attilâ İlhan, Bedia
Akarsu, Cavit Orhan
Tütengil, Oktay Yenal, Sabri
Ülgener, Andrew Mango, Mükerrem
Hiç, Sencer, İdris,
Server Tanilli, Gülten Kazgan
hocalar ve dostlarla ulu çınarın altında kahvemizi yıllar yılı
yudumladık.
İsimleri ile bildiğim seyyar satıcılarla yarım asırlık sohbeti
paylaştım. Onlardan neler aldım neler... Ve birdenbire yok olmuş:
Görkemli İstanbul kentinin kimliği bir bir ortadan kaldırılırken
Çınaraltı da nasibini almış.
Sahaflar, Çınaraltı, Beyazıt Meydanı ve camisi, İstanbul
Üniversitesi’nin görkemli tarihi girişi bir mücevher kutusu misali
bütünün parçalarıdır. Onları yavaş yavaş yok edip ortadan
kaldırırsanız kentin, kent insanının kimliğini ve insanlığı da yok
etmiş olursunuz.
İstanbul’un sanatçısı, yazarı, çizeri, seyyar satıcısı, düşünürü
Çınaraltı’ndan kendilerine hem bir şeyler alıp katmış, hem de
varlıkları ile ona bir şeyler ve...