Atatürk, “Avrupalı” kafada bir insandı. Aydınlanma felsefesini, uygar ve çağdaş değerleri ve yaşam tarzını, “kadın-erkek eşitliğinden laikliğe kadar özümsemiş ve savunmuştu.”
Kurtuluş Savaşı’nda, Lozan ve kuruluşta Sovyetler Birliği’nden siyasi, iktisadi ve askeri olarak yararlanması, o günün koşulları için vazgeçilemez bir zorunluluktu. Çünkü işgalci ve emperyalist Avrupa’ya (ve Batı’ya) karşı savaşıyordu. Sovyetler Birliği ile işbirliği reel politiğin sonucu idi.
Avrupa’nın kendi içinde de “çağdaşlık ve demokrasi mücadelesi”, hem düşünce alanında hem de uygulamada yaşanmaktaydı. Türkiye’de özellikle “sol cephede” bu meselede, “çelişkiler ve zikzaklar” hep yaşana geldi. İdeolojik boyut ile yaşayan dünya arasındaki gelgitler, düşünceleri çok kere ayrıştırmıştır. Fildişi kuleleri içinden, biraz da “bencilce” bakanlar, ellerini taşın altına koymaktan biraz uzaklaştılar.
Siyasal İslam ‘laboratuvarı’ Türkiye
Türkiye’de Atatürk devrimlerine ve onun gerçekleştirdiği Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı çıkan “kimi iç odaklar” siyasal İslamcı bir cephe oluşturmuşlardır.
Atatürk Türkiyesi ve devrimleri, çağdaş uygar değerleri (ve Avrupalılığı) öne çıkardığı için, buna karşı çıktılar ve çıkıyorlar. Çünkü Osmanlı dönemindeki güçleri ve çağdışı otoriteleri, Atatürk Türkiyesi ile kaybolmuştu.
İkinci Dünya Savaşı sona erince Türkiye’yi, Sovyetler Birliği cephesine karşı yanına çekmeye çalışan ABD ve İngiltere bu Cumhuriyet karşıtı iç odaklardan yararlanmaya başladılar. Tarikatlardan toprak ağalarına kadar, “çağdaşlık ve uygarlık karşıtı güçlerle işbirliği yaptılar ve yapıyorlar.”
Marshall yardımı ile, Demokrat Parti’nin iktidara ge...