İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye “fiilen yön veren iç
dinamikler” esasta, bu üç faktör arasındaki mücadele sonucu ortaya
çıkmaktadır.
Atatürkçülük ve devrimleri “Avrupalılık” esasına dayanır.
Aydınlanma, çağdaş uygarlık değerleri, hukukun üstünlüğü, demokrasi
ve laiklik “Avrupalılıktır.”
- Bunun “Avrupacılık” ve “Batıcılık” ile bir ilgisi yoktur. Aksine
Atatürkçülük (ve Avrupalılık), Batıcılık ve Avrupacılık ile, yani
“himayecilik” ile çatışarak ortaya çıkmıştır.
- Avrupalılık, “büyük Avrupa devletlerinin iç yapısındaki çağdaş
değerler topluluğudur”; bu devletlerin dışarıya karşı yürüttükleri
sömürgeci (emperyalist) politika ayrı bir şeydir.
Atatürk (ve devrimler), Avrupa emperyalizmine karşı “Avrupalılığın”
ve çağdaş değerlerin; yani Fransa’nın, İngiltere’nin içerde kendi
halkına karşı izlediği politikaların bütünüdür.
Avrupa devletleri “içerde Avrupalı, buna karşılık dışarıda
sömürgecidirler.” Atatürk ve devrimleri, Avrupa’nın ulaştığı “iç
yapılanmayı ve politikalar topluluğunu esas alır.” Bu nedenle
Avrupalı hukuk, ekonomi ve sanat insanları Türkiye’ye davet
edilmişlerdir. Amerikancı ve Batıcılar
Türkiye’deki Amerikancı (ve Batıcı) güç odakları ise göstermelik
Atatürkçülüğü kullanarak, bunu Batıcılık (ve Amerikancılık) olarak
pazarlamışlardır.
1947 ile başlayan Amerikancı süreç, kovboy şarkılarının Türkiye’de
bestelenmesinden(!), Kore’ye asker göndermeye, NATO’ya girişe, tek
yanlı ikili askeri anlaşmalar imzalanmasına yol açtı.
“Avrupalılık” anlamına gelen 1961 Anayasası’nı 12 Eylül ile tasfiye
etti...