TÜMÖD geçen günlerde Kıbrıs meselesini programına aldı. Konunun uzmanlarını konuşturdu, ben de onlardan biriydim.
Perdenin önüyle birlikte biraz da arkasından sözedelim. Öyle ya 15 Kasım geliyor, KKTC’nin ilanının yıldönümü.
-6 Mart 1995’te Ankara AB ile, tek yanlı ve dışarıda kalarak anlaşmaya imza atarken içinde kamuoyundan saklanan bir madde de vardı: “Brüksel Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti ile üyelik görüşme sürecini sürdürecektir”. Yani Ankara, çifte kavrulmuş olarak hem AB karar mekanizmaları dışında kalacak, hem de Kıbrıslı Rumların (Kıbrıs Cumhuriyeti olarak) ileride AB’ye alınmasını kabullenecekti.
Ben bütün bu itirazlarımı imzadan önce zamanın başbakanına ve dışişleri bakanına Sait Halim Paşa Yalısı’ndaki “hararetli görüşmemizde” anlatmama rağmen tınmadılar, kapıyı açtılar.
-Tabuta çivi 2004’te çakıldı: Ankara hem 1960 uluslararası Kıbrıs Anlaşması’na (Londra ve Zürih) aykırı olmasına karşın, “Rumların, adanın tamamını temsilen AB’nin tam üyesi olmasını kabul etti, onay verdi”: Rum devletinin (Kıbrıs Cumhuriyeti’nin) Ankara ile kedi-fare oyunu oynamasına olanak sağladı.
Üstüne üstlük, AB üyeliği için görüşme sürecinin, “Türkiye’yi üye yapmak için değil, üye yaptırılmamasına yol açan koşulları, diğer AB devletlerinin eline verdi”.
Soğuk savaş sonrası koşullarında, Türkiye’nin Akdeniz’den, Kıbrıs’tan, Ege’den ve Avrupa’dan koparılarak Körfezleştirilmesinin altyapısını hazırladı.
Atatürk döneminden Demirel ve Erdoğan dönemlerine nasıl gelindi?
İlginç simetrik ve asimetrik manevralar var:
-Atatürk kurtuluş ve Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Sovyetler Birliği’ni bir denge öğe...