Gündemde tartışılan Ankara-Brüksel krizi ne
anlam taşıyor?
Önce bu taraftan, “hangi
Türkiye” sorusuna yanıt bulmamız gerekir:
İslamcı ve Arapçı otoriter bir düzen kurmak isteyen Türkiye mi?
Yoksa laik, çağdaş, demokratik Avrupa değerleri ile, “ulusal
çıkarlarını bağdaştıran” bir Türkiye mi?
Bugün Ankara’da “birincisi” hâkim. Ve
iktidar, “ikinciyi” uygulamak yerine “birinciyi”
tercih ediyor. Avrupa ve onun değerleri ile kavgayı seçmiş. Çünkü
bu kavga onun, çağdaş demokratik değerler yerine İslami
örgütlenmeyi egemen kılarak iktidarda tutunmasına ortam
yaratıyor.
Brüksel ile kavga durumu, Türkiye’nin değil ama
iktidarın işine geliyor. İçerde ve dışarıda kutuplaşma, otoriter
rejimin sürmesini kolaylaştırıyor. Taktik kavgalar, stratejik
hedefin yolunu açıyor.
AB açısından da Ankara’dakine benzer bir durum
söz konusu: Türkiye ile “kriz ortamı”, Avrupa kamuoyunda
ve kurumlarında Türkiye’yi daha da
“ötekileştiriyor”.
Ortadoğu’daki enerji paylaşımı ve denetimi
kavgasında küresel güçlerin işine geliyor: BOP’un Kürdistan
hesabından Türkiye’nin Lozan’dan Sevr’e taşınmasına kadar,
“yararları daha fazla olan bir ortam”
yaratıyor.
Soğuk savaş döneminde, “iki süper gücün de
kutuplaşmaktan yararlandığı
gibi”.
1970’lerin başında ABD “Washington
Uzlaşısı’nı” piyasaya sürmüştü. Kapitalizmin küreselleşmesi
ile ABD kapitalist düzenin doğal lideri olacaktı. Ancak önerilen
şeyler Çin’in işine yaradı. Çin ABD’yi geçme noktasına geldi. Ve
ABD iç
yapısı, Trump gibi
radikal bir başkanı üretti.
Türkiye’deki farklı
mı?