Dünkü sayımızda, teknik bir hata nedeniyle Erol
Manisalı’nın aşağıdaki yazısı yerine bir hafta önce yayınlanan
yazısı yer aldı.
Okurlarımızdan ve Erol Manisalı’dan özür dileriz.
24 Haziran sonrası günlerde deniz kenarındayım, Gündoğan’da. Küçük
bir kız birkaç metre ötemde elinde Kafka,
Milena’ya Mektuplar. Şaşırıyorum, konuşmaya başlıyoruz.
Daha 15 yaşında, Denemeler’le başlamış Milena’ya Mektuplar’a kadar
gelmiş, adı Didem.
Ve 2 kilometre ilerimizde, kışın patlatılan dinamitlerle yerle bir
edilmiş yarımada. Üzerindeki güzelim doğal bitki örtüsü, ağaçlar,
milyonlarca yılda oluşmuş zarif kayalıklar dinamitlerle iki yılda
dümdüz edilmiş.
Doğanın “insanlar” tarafından yok edilmesine inat 15 yaşındaki
Didem, Kafka okuyor, severek, isteyerek almış kitapları, mutluluk
duyuyor katliamlara inat.
Mirasyedi gibi, “rantyedi” bunlar: Somerset
Maugham ne demiş: “Madrabaz her şeyin fiyatını bilmesine
karşılık değerini boş veren kişidir.” Bu doğa yıkımı onu anımsattı
bana.
Benim Kafka’yla ilk temasım 17 yaşında oldu, Didem’e takılıyorum,
“rekorumu kırdın” diyerek. Vefa Lisesi’nde son sınıfta iken değerli
felsefe öğretmenim Belkıs Enöktem’in teşviki ile
Kafka’yla tanışmıştım.
Temasım hep sürdü: Kafka’nın sıra dışı, insanın ve toplumun
karanlıklarına inme becerisini sergileyen kitapları ile. 3-4 yıl
önce de kırlarda bulduğum bir ağaç kökünü insan başına benzetip,
biraz işleyerek Kafka adını koydum. Didem’e de gösterdim, bu da
benim Kafkam diyerek.
Bunları köşeme almamın nedenine gelince:
-Türkiye’nin...