Amerika 1990’a kadar TSK, sermaye çevreleri ve “kapitalizm” ile
getirdiği “denetimi” bıraktı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra,
kerhen kabul edilen Lozan’dan Sevr’e geçme zamanı gelmişti.
Kısmen doğrudan kısmen de dolaylı olarak denetim altında tutulan
Ankara (ve Türkiye) artık BOP için hedef haline gelmişti.
- Merkezdeki Türkiye’de rejim ve sınırlar değişmeliydi. Yani ABD,
“kerhen” kabul etmek zorunda kaldığı Lozan’dan PKK ve FETÖ ile
fiilen Sevr’e geçiyordu.
- Asker içinde Atatürkçü kesim direniyordu: Türkiye’de Atatürkçü
Türkiye’nin yaygın ve güçlü bir birikimi yerleşmişti.
Üniversitelerden medyaya, bürokrasiden iş ve işçi çevrelerine kadar
bu köklü düzenin değişmesi gerekiyordu. Ergenekon ve Balyoz bunun
içindi.
- Bulunan formül, Atatürkçü Türkiye yerine siyasal İslamın egemen
olduğu bir ülke idi. Zaten bunun “iç dinamiklerdeki etkili
örgütleri” ABD ve İngiltere tarafından çok uzun yıllardan beri
destekleniyorlardı.
Cepteki kurşun askerler olarak hep kullanıldılar. DP’nin iktidara
gelişinde, Köy Enstitülerinin yıkılmasında, sivil toplumsal
örgütlenmelerinin engellenmesinde: TBMM’de ulusal politikaların
saptırılmasında hep kullanıldılar ve etkili oldular.
‘Siyasal İslam’ ile yola devam
ABD, 1990 sonrasında Lozan’dan Sevr’e geçişi “siyasal İslam”
üzerinden yürütmeyi düşündü, planladı ve fiilen uygulamaya
koydu.
Bu bağlamda FETÖ-PKK işbirliği önce örtülü sonra da açık açık
uygulamaya geçirildi. ABD çevreleri “siyasal İslamın” stratejileri
ile kendi stratejilerinin örtüştüğünü düşünüyordu: öyle ya, ABD de
Atatürk devrimlerinden, Lozan’dan hoşlanmıyor,
karşı çıkıyordu.