Avrupalılık, Avrupacılık (Batıcılık), Avrasyacılık ve ümmetçilik
(siyasal İslam) çarkları arasında sıkışan Türkiye bugünkü noktaya
ite kaka getirildi.
Avrupa’nın ayakları ise biraz farklı: kendisi zaten Avrupa
(Avrupalılık): diğer ayakları ise sol, Hıristiyan ve aşırı sağ
Bizde Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet Türkiye’si
bir uyum sağlamıştı: ümmetçilik ve siyasal İslam yerine laiklik
getirilmiş, bu coğrafyada bir ilk başarılmıştı. Avrupalılık ve
Avrasyacılık ayaklarından da destek almıştı. “Batıcılık” yerine
“Avrupalılığı” koyduk. “Batıcılara” karşı, içeride savaşırken
Lenin’den bile destek aldık.
1930’u izleyen yıllarda Hitler Avrupası’ndan kaçan
bilim insanları bile Atatürk Türkiyesi’ne sığındılar. Ülkemiz
faşizmin panzehiri olarak algılandı, hem de çoğunluğu Müslüman bir
ülke olarak, çünkü laiklik vardı.
Batılılık, Batıcılık, Avrasyacılık ve ümmetçilik (siyasal İslam)
dörtgeninde Türkiye’de yaşanan ayrışma ve fikir çatışmalarının hem
üniversite içinde, hem de dışında tanığı oldum ve içinde
yaşadım.
Sabri Ülgener’den Attilâ İlhan’a,
Kemal Tahir’den Halit Refiğ ve
İdris Küçükömer’e, Ahmet
Kılıçbay’dan Sencer
Divitçioğlu’na yaşanan zikzakların ve ayrışmaların
tanığıyım.
Sabri Ülgener gibi Batılı (Alman) kafalı bir bilim insanının
“Avrupalılık ve İslamcılık arasında” nasıl zorlandığını 1962-1983
arasında yaşadım.
Çok teknik, nesnel, siyaset dışı bir akademisyen olan Prof. Ahmet
Kılıçbay’ın “kim itti beni dercesine” nasıl Kenan
Evren’in danışmanlığına sürüklendiğini kendi sözlerinden
dinledim.
İdris Küçükömer’in Batı kapitalizmi ile sosyalizm arasındaki
“diyalektiğin” sonuçta, Türkiye’de Batıcılığa ve siyasal İslama yol
açan bir n...