1960’lı yılların başında ilk asistanlık dönemimden başlayarak
yarım yüzyıl İktisat Fakültesi’nde aynı çatı altında Türkiye’nin
değişim ve dönüşümünü yaşadım; İdris Küçükömer’den
Sencer Divitçioğlu’na,
GültenKazgan’dan AhmetKılıçbay’a,
SabriÜlgener’den Nevzat
Yalçıntaş’a, Memduh Yaşa’dan
Yılmaz Altuğ’a, Cavit Orhan
Tütengil’den Besim Üstünel’e,
Mükerrem Hiç’ten Rona Aybay’a
aynı kurumun insanları olarak derslerde, seminerlerde,
konferanslarda, aile sohbetlerinde birlikte oldum, konuştuk,
tartıştık, eğlendik.
Evimden fazla bu akademisyenlerle yaşadım. Hatta öğrencilik
dönemimden başlayarak beraberliklerimizi de katarsak yarım yüzyılı
aşar.
Türkiye’nin bugün geldiği iç siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik
dengesizlikler, kutuplaşmalar ve ayrışmalara “düşünsel bazda nasıl
sürüklendiğini” bire bir, hatta onun bir parçası olarak yaşadım.
Her şey düşünceme, davranışlarıma, iliklerime kazındı, bütün
bunların bir parçasıydım zaten. Atatürkçü, solcu, ulusalcı, Batılı,
Batıcı, muhafazakâr, kapitalist, şeriatçı tanımlamaları ve
eylemleri ile “çok yakın çevremde fiilen ve fikren” muhatap
oldum.
Kişilerin “mutfaktaki ve vitrindeki farklılıklarını ya da
eksiklerini” birinci elden, çok uzun yıllar boyunca, içinde fiilen
bulunup yaşayarak değerlendirme şansına kavuştum. Ulusalcılar,
Atatürkçüler, solcular ve İslamcılar arasındaki etkileşimleri
onlarla birlikte yaşadım.
Bugünkü sorunlar yumağı içine sürüklenmemizde, birbirlerine karşı
sanılan “Batıcı ve İslamcı çevrelerin, farkında olmadan nasıl
birlikte çalıştıkları sonucuna vardım”. İdris Küçükömer’in
değerlendirmelerinin aksine, “1950 son...