- Ulusallık ve katılımcı demokrasi, birbirlerinin ayrılmaz
parçalarıdır. Nasıl mı: katılımcı demokrasi işçinin, çiftçinin,
memurun, esnafın, işverenin “örgütlenerek sistem (ve rejim) içinde
yer alması demektir”.
Örgütlenerek, “örgütlü bir biçimde sistemde var olarak (ve
katılarak)” demokratik şemsiye altında dengeli bir biçimde
toplumsal refaha ulaşırlar. “Tarafların örgütlenmeleri, hukukun
üstünlüğünü garanti altına alan güç dengeleridir.” Sivil toplumsal
örgütlenmeler yoksa, “bireylerin tek başlarına sandığa gidip oy
vermeleri”, olsa olsa biçimsel bir sandık demokrasisi olur.
Bu nedenle, ülke içinde demokrasi istemeyen kimi yerel güç odakları
ve emperyalist devletler, Türkiye benzeri ülkelerde sivil toplumsal
örgütlenmelerin önünü, askeri ve sivil darbelerle keserler: yerine
dinci ya da postallı örgütleri yerleştirmeye çalışırlar. ABD’nin
“Yeşil Kuşak” operasyonu ya da 12 Eylül benzeri postallı darbeler
bunun tipik örnekleridir. Kurtuluş Savaşımızda da İngilizler dinci
ve şeriatçı şeyhleri, Almanlar da Enver Paşa
benzerlerini kullanmışlardır.
Bugün içinde yaşadığımız bunalımın temelinde şu var: ABD
emperyalizmi 1961 Anayasası’nın getirdiği “sivil toplumcu
örgütlenmeler açılımını ve uygulamalarını” 12 Mart’tan başlayarak
durdurmak istemiş, 12 Eylül’de de esas darbeyi vurmuştur.
- NATO’daki kontrole rağmen TSK’nin bir bölümünün “hâlâ söz
dinlememekte direnmesi”: - Hele 1 Mart 2002’de, Meclis’in de
Irak’ın işgaline direnmesi, “ABD’nin parlamenter rejimi ve TSK’yi
dağıtma projesini uygulamaya sokmuştur”.
Sivil toplumsal örgütlenme, TSK ve Meclis “risklerini” ortadan
kaldırmak için FETÖ fiilen devreye sokulmuştur. 15 Temmuz FETÖ
darbesi bu sonuca ulaşmak için yapıldı.
31 Mart yerel seçimlerine giderken siyasal partilerimizin bu konuda
kafaları çok karışık:
-...