Kahvaltımı bitirdim, üçüncü çayımı ince belli bardağımla zeytin
ağacının altında yudumluyorum. Gazeteye bakmıyorum, televizyon
seyretmiyorum. Mutlak bir sessizlik ve sükûnet var. Uzaktan denizi
görüyorum, Ege’yi.
Yeşille mavinin karışımı var, beyaz bir kelebek uçuyor ve çayımı
yudumluyorum. Çok mutlu olmam gerekir diye düşünüyorum. Doğanın
huzuru ve sakinliği içinde, zeytin ağacının gölgesinde hafif esen
rüzgârla birlikte fısıldarcasına nağmeler yayan yaprakların
altındayım.
Bundan büyük mutluluk olur mu diye kendime baskı yapıyorum, yalan
söylemeye çalışıyorum. Yalan, yalan ve yine yalan. Zeytinin
gölgesindeki huzur ve sükûn en büyük yalan, çünkü yüreğim yanıyor,
içim sızlıyor.
Demokrasi yok, milletvekilleri ve gazeteciler hapiste, öğretim
üyeleri gözaltında, gençler işsiz ve mutsuz. İnsanlar parkta bile
rahat gezemiyorlar.
Ve politikacılar birbirleriyle kavga ediyorlar, hatta
küfürleşiyorlar. Bu ülkenin, bu toplumun bir yurttaşı, vatandaşı
olarak ıssız bir adaya, dağın başına kendimi hapsetmiş gibiyim.
Aşağı inemiyorum, her yeri gergedanlar doldurmuş, birbirlerine
homurdanarak saldırıyorlar. Ve ben bir zeytin ağacının gölgesinde
kendimi kandırarak mutluluk oyunu oynayan bir insancık, “vatandaş”
bile olamıyorum.
Belki de gergedanlardan korktuğum için, sanki onlar yokmuş gibi,
zeytinin altında kendi kendimi aldatıyorum, yalan söylüyorum
kendime, oyalıyorum kendimi, cennetle cehennem arasında gidip
geliyorum, kafamın içinde, huzur cennetinde cehennemi
yaşıyorum.
Cumhuriyet, Atatürk, bağımsızlık, İzmir Marşı,
imamlar, şeyhler, FETÖ’ler, Adnan Hoca’lar ve
kedicikler hepsi iç içe geçmiş, aralarında rahip bile var. Bugün de
bir şehit haberi geliyor.