https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Doksanların çocuğu. Ankaralı. Tıp eğitimi aldı ve Erzincan’da doktorluk yapıyor. Okuyor, yazıyor ve 1400 yıllık itikadi tartışmalar üzerine çok yoğun videolar çekiyor. Altay Cem Meriç’ten bahsediyorum. Kamuoyu, özellikle de sosyal medya onu ateizm üzerine tartışmaları ve savlarını çürütmeleriyle tanıyor. Çünkü kendisi de eski bir ateist ve beş yıldır benzeri dini akımlara kapılan gençlerin cevabını aradığı soruların cevaplarını buluyor. Videoları milyonlar çapında izleniyor, kitapları elden ele dolaşıyor. Altay Cem Meriç ile uzun uzun söyleştik. Tam metin olarak yine internet sitemizde okuyacaksınız ve video olarak da Yeni Şafak’ın YouTube kanalından izleyebilirsiniz. Şimdiden ilan edeyim, haftaya konuğum Türk edebiyatının son zamanlardaki en üretken yazarlarından Tarık Tufan olacak. Yine derinlikli bir sohbet oldu.
Bir Başka Mesele programımızda “Nedir Altay Cem Meriç’in meselesi” diye sordum anlatmaya başladı…
Söz şimdi kendisinde:
DİNİ LİTERATÜRÜMÜZ TARTIŞMAYA AÇIK
Bu tarz meselelere merakım var zaten. 1400 yıllık itikadi meseleleri tartışmak, bence insanın analitik düşünme kabiliyetini çok geliştiriyor. Bizim literatür, Batı literatürden farklı olarak tartışmaya açık. Atıyorum Batı’da kilise, papa dedi ki; ‘dini olan budur.’ Bunun etrafında bir tartışma literatür olmaz. Çünkü orada hiyerarşik bir din var. Bizim literatürde her meseleyi tartışarak çözüme varılır ve belli bir tarihi süzgeçten geçerek işin nihayetine varılır. Tartışmalı meseleleri bu şekilde çalışmak insanın zeka seviyesini de geliştiriyor. 1400 yıl önce olmuş bitmiş olaylar, bugün niye hala tartışıyoruz? Bir meseleyi tartışabilme kabiliyeti ne kadar tartışma okuduğunuzla ne kadar tartışmanın içinde bulunduğunuzla alakalı oluyor.
***
İNSAN HAKLARINDAKİ İNSAN GAZZE DEĞİL
Biz şunu anlamakta zorlanıyoruz; her kurucu medeniyet kendi tanımını yaparken kendi üstünlükçü anlatısını oturtur ve sana onu sunar. Biz Batı medeniyetini şu şekilde almaya başladık; Seküler dini. İnsanlara ulaşabileceği en üst noktadır. İnsan hakları vesaire var. Tamam da buradaki katmanları kaçırıyoruz. Medeniyet kurarken çok sık İslam’ın tenkit edildiği şeylerden biridir. Halbuki müminler üstündür. Sen de veriyorsun bunu; ‘Bütün beyazlar üstündür.’ İsrail propagandası şu temele kuruluydu: ‘Biz Ortadoğu bataklığında tek demokrasi adasıyız. Bizi desteklemek zorundasınız yoksa radikal İslam gelecek ve sizi yok edecek.’ Bu üstünlükçü anlatı zaten. Bir şey değişmiyor nihayetinde. Sadece şunu fark etmekte zorlanıyoruz, evrensel değer çok küçük, belki imkansız. Evrensel bir şey yok. Adam kendi değerini sana evrenselmiş gibi dayatıyor. Evrensel olmadığını görüyorsun. Gazze şunu gösterdi bize; insan hakları dediklerindeki insan bizim insanımız değil. Kadın hakları bizim kadınlarımız değil. Çocuk hakları, bizim çocuklarımız değil. Bunlar Batı tanımlı. Gazze’de yapılan açıklamaları düşünün; ‘Elektriği keseceğiz, suyu keseceğiz. Bunları hapsedeceğiz, yok edeceğiz.’ Bakanlar düzeyinde açıkladılar. Bunu köpekler hakkında yapamazsınız. Köpekler hakkında bu açıklamalar yapılsaydı bütün dünya ayağa kalkardı.
ŞEHİRLEŞME İLE DİNİ HİSLENME AZALDI
Gençlerin davranışlarını, hareketlerini garipsiyoruz. Şu belki gözleniyor, gözlem kaba gözlem olarak söylüyorum; dindarlık azalması var. Yani dini hislenme azalması var. Müslüman, dini işte kendince temellere oturtmuş. Bu kesimin arttığını düşünüyorum. Ama burada, ‘Müslümanca hislenme’ diyorum. Onda bir azalma var. Kastım şu; bir adam ‘iyi ki Müslümanım. Ne güzel dinimiz var. Peygamberimiz'i çok seviyorum’ der. Bu anlar, aslında insanın dindarlığını belirler. Onda bir tık azalma hissediyorum ama eskiyle de mukayese edemiyorum. Biraz şöyle bir problem var; Türkiye’de Müslümanlar yeni şehirleşiyorlar. Şehirleşmenin bir etkisi bu aslında. Çünkü şehirleşmemiş topluluklar hislerle, duygularla çok kolay yönetilir. Mesela 1970’lerde 60’larda 80’lerde kitleleri harekete geçiren ciddi sloganların bir kısmını şu an söylediğinizde gençler güler buna. Çünkü şehirde oturuyor artık. Bir kavganın içinde hissetmiyor kendini. Artık organizasyon kısmında ve sloganla yürüyemiyor. Bu da biraz hissin azalması sonucunu veriyor olabilir ama ben genel olarak çok karamsar değilim. İbn Haldun’a göre, olumlu olumsuz yok. Vaka var. Bakar; Şehirleşen topluluklar daha az duygusal olur. Daha entelektüel işleri daha iyi yaparlar. Bunun bazı handikapları var, öbürünün bazı handikapları var. Mesela bu daha az şehirli dindarlık tipi doğal olarak gittikçe azalıyor Türkiye’de. İtici de geliyor insanlara, jenerasyon değiştikçe. Müslümanların şehirleşmeyle alakalı bir mesele. Çok yeni bir olgu Müslümanların şehirleşmesi. Bir temsile kavuşmalar, çok basitinden eğitim alabilmeleri. Çok yeni, 20-25 yıllık. İşte o eğitim alanlar yeni yeni mezun oluyorlar. Biz onların faaliyetlerini, ‘hayır bizim eski dindarlığımıza benzemiyor’ diyerek garipsiyoruz. Ama bu normal, toplumsal süreci bu şekilde.
SINIRSIZLIĞIN YAYGINLAŞTIĞI TOPLUMLAR YOK OLUYOR
Sınırsızlık hayatla bağdaşmaz. Bir insan ne zaman sınırsız olabilir? 16 yaşıyla 24 yaş arasında sonra 24 yaşından sonra hayatın beklentileri arttıkça sınırlar çizmek zorunda kalıyor. İşte evleniyor, çocuğunu yetiştirmek zorunda. Doğal olarak hayat sınırsızlıkla uyumlu değil. Elenirsin dünyadan. O yüzden 30 yaşından sonra oldukça azalan bir temayül. Çok yaygınlaşan veya domine edici bir şey olabileceğini düşünmüyorum. Zaten yaygınlaştığı toplum yok oluyor, yani yaygınlaştığı birey yok oluyor. Doğal olarak hayatla çok bağdaşmıyor. Nihayetinde kazanan belli düzeyde nefis terbiyesi yapabilen, kendini kontrol edebilen iradesi güçlü insanlar oluyor. Güney Kore’de doğum oranı 0,78’e düşmüş. Teşvikler var ama bireysel kültürü o kadar güçlü verdiğin zaman motive hissetmiyor kendisini evlenmeye. O kültür hayattan elimine olacak bir şekilde.
ATEİZME YÖNELENLER SOSYALLEŞEMEYENLER
Bana kalırsa depresyon çok net bir şekilde inanç değişikliğini stimüle ediyor. Obsesyon çok. Mesela soru soruyor, soruya cevap veriyorsun. Obsesif aslında. Aynı soruyu tekrar soruyor. Bu bir tıbbi problem. ‘Çöz tekrar konuşalım’ diyorum. Çünkü şu an dini konuşmak hastalığını da arttırıyor. Ailenin yapabileceği şeyi düşündüğümüzde de ailenin bilgi düzeyi yetişemiyorsa, çoğu insanda da yetişemiyor. Şunu çok önemsiyorum; psikolojik destek, duygusal destek… Sakin olarak. Genelde kendilerine de konduramıyorlar. İşte ‘Şöyle şöyle dindarım. Kaç yıldır kitap okuyorum, şöyle yapıyorum. Benim oğlum nasıl ateist olur’ falan diye, kendisi ego şeyine çeviriyor. Bunlara gerek yok. Duygusal olarak desteklediğinizde kolay kolay çözülüyor. Çok popülist şeyler var. Denk geliyorsanız, işte ‘İslamcılar çok kötü yaşıyorlar. İktidara geldiler ve şöyle oldu...’ Yok, insan böyle, her zaman da böyleydi. Diyorum 2009’da da böyleydi 2000’de de böyleydi. Ben 2009’dakine şahidim, 2009’da böyle bir jargon yoktu. Böyle bir söylem yoktu. Dini baskıcılıkla alakası yok. Mesela benim anne-babam hiç problem çıkarmadılar. ‘Altay işte yapar, halleder. Ne baskıcılığı’ falan. Sürekli popülist retorik, hedef gösterici şeyin pek çok sebebi oluyor. Bence zaten bunlar geçilen süreçler. Biz çok büyük filozoflara da baktığında hepsinin hayatında böyle dönemler var. Aileler duygusal destek olacak. İyi bir ortama sokacak. Çok fazla insanın ateizme gitmesinde sosyalleşememe var. Müslüman olarak sosyalleşmemek çok büyük bir handikap.