https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Uzun bir bölümü kar fırtınası altında geçen ve yaklaşık 22 saat süren yolculuğun sonunda Kahramanmaraş’a vardığımda gördüğüm manzaranın bende çağrıştır-dıklarını nasıl tanımla-yacağımı düşündüm uzun süre. “Nasıldı” derler ve sen de “felaketti” diye yanıtlarsın. Felaket nedir peki? Yakın zamanda selin vurduğu Dereli ve Bozkurt’ta gördüklerim felaketti evet. Ancak 6 Şubat’a “felaket” diyemedim. Hepimizin zihninde bir kıyamet tasavvuru vardır ve bilincimiz bunu simüle edebilir. Belki de izlediğimiz bilim kurgu filmlerinden, afet sonrası görüntülerden etkilenmişizdir. Kıyamet yok olmaktır. İslam’a göre de diğer İbrahimi dinlere göre de dünyanın sonudur. Aynı zamanda diriliştir kıyamet. Yeni bir hayatın başlangıcıdır. Müslüman için insanın ölümü küçük kıyamettir mesela.
Trabzon Caddesi’ni ararken gördüklerim, duyduklarım ve psikolojik olarak altında kaldığım o görüntülerin fiziken nasıl silineceğini düşündüm. Bu enkaz kalkar mıydı? Kahramanmaraş’tan döndükten sonra da “manzara nasıldı” sorusuna her seferinde “Kıyamet sonrasının fragmanı gibiydi. Bitmiş ve ben son sahnesini gördüm” yanıtını verebilmiştim. Zaten 24-25 saat sonrasını görebilmiştim. Deprem anını, ardından gelen ikinci büyük sarsıntıyı ve yıkıntılar içinde hayatta olmanın şokunu yaşayanlar için tasviri çok başka elbette. Bu nedenle olsa gerek ‘Asrın Felaketi’ denildi. Çünkü felaket kelimesi şahit olunan manzarayı bir başına anlatmaya yetmiyordu. Saatler içinde iki yıkıcı deprem oldu. Büyüğü 65 saniye, ikincisi 45 saniye sürdü. Bir değil, iki değil, darda kalınca birbirine koşacak komşu 11 şehir; Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Malatya, Şanlıurfa, Diyarbakır, Osmaniye, Adana, Kilis ve Elazığ’dan feryatlar yükseldi. 38 bin 901 bina yıkıldı ve 26 bin binada hayat belirtisi olmayan enkazlar belirlendi. Resmi verilere göre 53 bin 537 insanımız hayatını kaybetti.
Şimdi üzerinden iki yıl geçti. Dün deprem şehirlerinde acılar tazelendi. Vefat edenler anıldı ve bugüne, şimdiye bakıldı. Hayretler içinde haberler geçti muhabirlerimiz. Günlerce arama kurtarma çalışmaları yapılan ve en az bin 400 kişinin hayatını kaybettiği Kahramanmaraş’taki Ebrar Sitesi’nin bulunduğu alandan yeni bloklar yükseliyordu. Fiziki boşluk dolmuştu. Daha güçlüsü, daha sağlamı, dayanıklısı ve gelecek vaat eden evler dikilmişti. İki yılda. Evlerini teslim alanların asla giderilemeyecek “eksiklikleri” ise yüzlerinden, sözlerinden okunuyordu.
Peki “biz” bu enkazın altından nasıl kalktık? Herkesin kendince yanıtları var. Ortak cevaplar bizi “biz” yapan hamuru işaret ediyor. Anadolu’yu. Türklüğü. Türkiyeliliği. Devlet-millet dayanışmasını. Bu dayanışmanın sahadaki yansımasını tarif etmek zor. Depremin ilk anlarında, hatta günlerce; milletin “devlet sorumluluğu” üstlenmesi ve üzerine vazife olmayanı görev bilinci edinmesi o hamurdur işte. Böyle bir dayanışma olmasa, devletimiz deprem bölgesinde iki yılda 201 bin 431 hane inşa edip sahiplerine teslim edemezdi.
İlk andan itibaren günlerce deprem bölgesinde kalan valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, profesyonel ekipler, sivil toplum kuruluşları, gönüllüler ve bulundukları şehirlerden gece gündüz yardım kolileri yükleyen gençler… Evlerini deprem bölgesinden gelenlere açanlar, iki-üç komşuyla yeni bir komşuya ev dizenler, memleketin yasını yaşarken gülmeyi, sevinmeyi unutanlar, Hatay’daki bir enkazdan duyulan sese kulak kesilip, “Allah’ım ne olur” diyerekten duaya duranlar… İşte bu dayanışma ruhu ve bir yaraya merhem olma azmi “bizi” bir kez daha ayağa kaldırdı.
İçerimizde, yanımızda, yöremizde derin izler bırakan acılarımızla geçti şu iki yıl. “Nasıl atlatacağız” dediğimiz o günler geride kaldı. Geçmişi onarmanın imkansızlığını gördük. Lakin her acı sahibine yeni yollar açar. Bizlerin de bu yolu belirlememiz gerekiyor. Farkında mısınız, Ege’de yaşanan sarsıntıları canımız kulağımızda takip ediyoruz. Aldığımızı sandığımız derslerimiz ise yarım. Konya’da karton gibi yıkılan apartmanı gördük. Yakın zamanda İstanbul’da çöken binalar var. Evet biz millet olarak tarifsiz acıların insanlarıyız. Bu bir kutsiyet değil lakin; biz tarifsiz acıların da tarifiyiz. Ancak eksiğiz. Kentsel dönüşüm denilen hayati hamleyi bir türlü kararlılıkla yapamıyoruz. Dertli bir dostumuz, ben yayındayken şu mesajı attı önceki akşam: “Yaşlı, yorgun riskli binaların belediyeler eliyle denetlenip boşaltılması hayati önemdedir. Siyasetçiler için kısa vadede oy kaybına sebebiyet vereceği hesap edilip vatandaşın inisiyatifine bırakılıyor. Felaket durumunda insanımızı ceset torbalarıyla çıkarmak ülke için daha büyük yıkım oluşturuyor. Rica ediyorum; kira ve yapım için yapılan yardımın yanında belediyelere mecburi tespitlerin yaptırılması yönetmelik hükmüne bağlansın.”
“Mecburi tespitin” ne demek olduğunu açmasını istedim. Şunları ekledi: “Riskli bina tespiti. İlk aşamada bina maliklerinden birinin tapusuyla belediyeye müracaatı sonrası tespit yapılabiliyor. Bu durumda binadaki sakinler arasında tehditle müracaatlar engelleniyor. Kaba kuvvet, ölüm tehditleri baş gösteriyor.”
Bu ne demek biliyor musunuz? Deprem sonra büründüğümüz haleti ruhiye dağılmış. O ağır pişmanlıktan eser kalmamış. Kararlılığımızı yitirmişiz. Öyle görülüyor ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yürüttüğü “Yarısı Bizden” gibi dönüşüm kampanyalarının isteğe bağlı olmaktan çıkarılması gerekiyor.
Biz o enkazın altından kalktık ama İstanbul gibi Allah korusun daha ağır enkazların üzerinde oturmaya devam ediyoruz.