https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
İtiraf edeyim; bir zamanlar, Bülent Ecevit ölse sorunların da çözüleceğini düşünüyordum.
Neden mi?
Ecevit Başbakan, ben de imam hatipte öğrenciydim. Memleketin bir kısım gençlerinin önüne, adına “kat sayı uygulaması” denilen, saçmalıklar ötesi bir engel konulmuştu. Her ne kadar Mesut Yılmaz başlatsa da Ecevit zulmü devam ettiriyordu. Hatta başörtülü milletvekilini “Bu hanıma haddini bildirin” diyerek Meclis’ten kovduran kendisiydi. Zaten başörtülü kızları da okullara sokmuyorlardı. Erkekler için de üniversite kazanmak çok zordu, açıkçası hayaldi. Üstüne üstlük polis de ensemizdeydi. Yoklama fişlerimize kadar kontrol ediyorlar, okula gelmeyince, eylemlere mi gittik diye peşimize düşüyorlardı.
Ben de tüm bunların sorumlusu olarak dönemin Başbakanı Ecevit’i görüyordum. Liseli bir genç olarak haklıydım, çünkü ülkeyi de gündemi de o yönetiyordu. Koltuğundan giderse politik dayatmaların da yok olacağını düşünmem normaldi. Ancak bir an bile “ölse de kurtulsak” demedim. Dilim, kalbim hiç varmadı. Aslında benimkisi bir çıkmazdı. “Ancak ölürse…” tükenmişliğiydi. Acayip ince, hassas bir çizgiydi. “Ölürse” sorunlarımız çözülecekti ancak ölmesini isteyemezdim. Dinimiz bunu yasaklıyordu ve imam hatipte okuyordum. Ne çevrem ne de hocalarımdan devlete karşı tek olumsuz bir yönlendirme görmedim. Kaldığım lise yurdunu yarı otomatik silahlı polisler bassa da, Beyazıt’ta, Sultanahmet’teki hak arayışı yürüyüşlerinde dizlerime dizlerime coplar inse de devletle olan bağımı hiç sorgulamadım. Milim esnetmedim. Çünkü böyle yetiştiriliyorduk. Ailelerimiz, büyüklerimiz ve öğretmenlerimiz, bırakın devlete kızmayı küsülmeyeceğini dahi öğretmişti.
Zaten liseyi bitirdikten bir yıl sonra, beni üniversite kapısından uzaklaştıran anlayışın, yani bana eğitim hakkı tanımayan devlet sistematiğinin emri altına girdim. Hakkım gasp edilmese kısa dönem gideceğim askere uzun dönem gittim, 460 gün şafak saydım. Erzincan’da Fırtına Obüslerinin ihtisas eğitimini aldım. İzmir Menemen’de çavuşluk yaptım. Ne askere gitme kararı alırken ne de o kamuflajı giyerken duygularımı bir an dahi sorgulamadım. Ne Ecevit döneminin baskıları ne de üniversite okuyamamanın eksikliği… Hepsini geride bırakıp devlete teslim olmuş, bana koyulan engeli aşıp vatana bürünmüştüm. Annem yemin törenime gelmek istese biliyordum ki kışladan içeri sokulmazdı. Lakin yaşatılan o çok hassas mahrumiyeti de askerlikten sayabilmiştim. Benden, bizden, okullarımızdan, annelerimizin, kardeşlerimizin başındaki örtüden nefret edenlere rağmen; devlete gönül koymaya, gönül el vermiyordu.
Askerden döndüğümde Başbakan artık Erdoğan’dı. Bu bir devrimdi. Akla hayale gelmeyendi. İşte beklediğim olmuş ve Ecevit, siyaseten ölmüştü. Fakat hayatlarımız bir anda değişmemişti. İmam hatipliler, başörtülüler hâlâ ikinci sınıf vatandaştı. Başbakan Erdoğan’dı, bizdendi ancak bizlere yaşam hakkı tanımayan zihniyet hâlâ iktidardı. İktidar olma ile muktedir olabilmenin arasındaki o farkı da anlamam gerekiyordu. Bu belirsizlik de yıllarca sürdü.
Geçenlerde bir sosyal medya iletisinin ekran görüntüsü paylaşıldı WhatsApp grubumuzda. Genç bir kullanıcı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP lideri Bahçeli’nin ölmesi için dualar ediyordu. Nefret doluydu ve yazdıklarından çok emindi. Kendince samimiydi. Ne yaşadı, hayatının baharında önüne nasıl engeller konuldu, misal dilediği okula mı gidemedi, dilediği kıyafetleri mi giyemedi bilmiyorum. Ancak ölümün tek kurtuluş olduğuna inanmıştı, dahası Bahçeli’nin kesinlikle öldüğünden ve bunun gizlendiğinden emindi.
Önceki gün ne düşündü, Devlet Bahçeli’yi canıyla kanıyla ayakta görünce nasıl bir yıkım yaşadı acaba? Fakat bu bir kişinin beklentisi ya da merakı değil. Günlerdir, sosyal medyada Devlet Bahçeli’nin vefat ettiği ve açıklanmadığını birileri yazdı, birileri de dilden dile yaydı. Bayram ziyaretlerinde “öldü mü” sorularına kaç kez muhatap oldum saymadım. Geçerken uğradığım bir ortamda şöyle konuşuluyordu: “Gizliyorlar. Öldü. Kesin öldü. Erdoğan açıklatmıyor. Yerine isim bakıyor, bayramdan sonra duyarsınız” dedi. O esnada bir tanışımız, “Ersin Bey gazeteci, onun haberi vardır herhalde” deyince haliyle gözler bana çevrildi. Hiç bekletmeden, teklemeden “bilmiyorum” demekle yetindim. Bir anda bakışların tonu değişti. Hayatta olduğunu biliyordum ama. Bunu da az önce öldüğünü ilan eden kişinin gözlerine bakarak söyledim. Bu kez, “Sizden de saklıyorlar demek ki” dedi. Neyse ki orada az kaldım ve giderken Bahçeli’nin öldüğünü ilan edenin kim olduğunu sorunca, muhalif partilerden birinde siyaset yaptığını öğrendim.
Sosyal medyada, kahvehanelerde, köşe başlarında böyle binlerce insan var. Üzülerek söylemek gerekiyor ki kaynakları FETÖ. Çünkü bu habis uru taşıyanlar yıllardan beri “Erdoğan hasta, yakında ölecek” yalanıyla yaşıyorlar. Sadece ve sadece lanet okuyup ölümü bekliyorlar. Korkunç bir çaresizlik içindeler. Sosyal medyadan bu zehir akıyor.
En çok da gençleri etkiliyorlar. İlginçtir muhalefet de FETÖ’nün ölümcül siyaset diline teslim oldu. Çünkü siyaset üretmekten acizler artık. Rüşvet ve yolsuzluk çarklarını ört bas etmek için maskelerin ardına sığındırdıkları gençleri sokağa döktüler, yetmedi şimdi “boykot” sabotajı ile memleketin gençlerini devletlerine, milletlerine düşman hale getiriyorlar. Daha önce bir suça karışmamış, polisle hiçbir problemi olmamış gençler bir anda daha dün yürüdüğü kaldırım taşlarını parçalayan, oturduğu otobüs durağının camlarını indiren, çoğunun ‘abi’ diye hitap ettiği polislere balta fırlatan bir topluluğun içinde buldular kendilerini… Sokağa itilerek geleceğiyle oynanan, adalet duyguları sömürülerek öfkeleri anarşizme yönlendirilen bu gençler misal hükümet değişse devletle barışabilecek mi? Asla! Bu yüklenen nefret sadece iktidar partisiyle mi kalacak, topluma saçılan nefret ve ayrışma etki-tepkiselliğini kim tamir edecek?
Bakın saçtıkları nefret tohumlarının nasıl yeşerdiğini kendileri de gördü. Muharrem İnce, Merak Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu ve şimdi sırada Özgür Özel var. Kendi sonlarını dilleriyle hazırladılar. Gençlerin, daha dün seçilmesi için tüm enerjilerini ortaya koydukları liderlerini bir gecede, sosyal medya üzerinden nasıl alaşağı ettiklerini Özgür Özel de tecrübe edecek. Üzülerek söylemek istedim…