Deprem uzmanı değilim.
İyi bir siyasi analizci ise hiç değilim.
Her konuda saatlerce konuşabilecek “Yetenekli Bay Konuşan Kafa” da
asla olamam.
Ama Allah vergisi bir kabiliyetim var.
Ufukta kalkan bir sosyal veya siyasal dalga, hele hele tsunami
varsa, bazı hayvanlar gibi önden seziyorum.
İşte bu sezimle size şunu söyleyebilirim.
İktidar bu seçimi kazanamazsa, ertesi gün bu ülkede tarihimizde
ender gördüğümüz bir “48 Saat hesaplaşmasına” tanık olabiliriz.
Konuyu da tahmin ettiniz…
“Türk Silahlı Kuvvetleri neden 48 saat gecikmeyle sahaya indi…”
Her ne kadar iktidarın bazı yazarları “Hayır gecikme olmadı, asker
erkenden sahaya indi” diye yazıyorlarsa da…
Ülkeden herkesin çok iyi bildiği ve kamuoyu çoğunluğunun satın
aldığı bir “Sır” var.
Ordu sahaya geç indi, ya da “İndirildi…”
Sırada bir gözlemci bile bu konuda iktidar içinde şimdiden
başlayan büyük bir kavganın sinyallerini görebilir.
Taraf olmayacağım.
Sadece bu iç savaşın gazeteci olarak görebildiğim bazı “An’larını”
alt alta yazacağım.
Karar sizin.
Bu gizli savaşın ilk işareti depremin beşinci gününde
eliyor.
Erdoğan son derece gerçekçi bir değerlendirme yapıyor ve şunu
söylüyor:
“Müdaheleleri istediğimiz hıza ulaştıramadık.”
Ancak bunun sorumluluğunu herhangi bir yetkiliye yükleyecek en
küçük imada bulunmuyor.
Depremin yaygınlığına ve hava şartlarına bağlıyor.
Ancak “Geciktik” tesbiti daha o andan itibaren siyasi lügata
giriyor.
Siyaset katı ve acımasızdır ve onun lügatında en gerçekçi
gerekçe bile başkalarının gözünde bir “Bahane” haline
getirilir.
Bunu en iyi bilecek iki kişiden biri de İçişleri Bakanı Süleyman
Soylu’dur.
Nitekim ilk somut işareti Memduh Bayraktaroğlu’nun Youtebe
yayınında geldi.
Bayraktaroğlu, “Ben haberci değilim. Sadece gördüğüm duyduğumu
aktarıyorum” diyerek ilk füzeyi fırlattı.
Buna göre deprem sabahı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu haberi alır
almaz, Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet
Ersoy’u aramış ve gerekli bütün hazırlıklar yapılmış, hatta Ordu
sahayla inmeye bile başlamıştı.
Ancak daha sonra ordu sahadan çekilmişti.
Tabii bu senaryoda gözler Cumhurbaşkanına çevrilmişti.
Aynı anda şu soru ortaya atılıyordu.
“Bu haberin kaynağı kimdi?”
Gözler İçişleri Bakanı Soylu’nun çevresine çevrilmişti.
Gözler İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun üzerindeyken ondan ilk
ses 6 gün sonra geliyor.
Soylu kendince en etkili kanaldan devreye giriyor.
17 Şubat gecesi saat 20.00’de Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölgesi’ne”
çıkıyor.
Önce, “O sabah saat 08.15’de deprem bölgesine indik. 9.15’de
Gaziantep’teydik” diyor.
Soylu deprem gecesi yaşadıklarını, başına gelenleri tek tek
anlatıyor.
97 bin deprem tatbikatı yaptık. 620 bin AFAD gönüllüsü yetiştirdik”
diyor.
Soylu her şeyi anlatıyor ama 6 gün önce Bayraktaroğlu’nun sitesinde
“Ordunun neden sahaya inmediği” konusundaki söylentilere
girmiyor.
Sadece “Jandarma ve Polis koordineli çalıştı” demekle
yetiniyor.
“Biz hazırdık” diyor ama o sabahın “48 saat gecikme”
konusunda bir şey söylemiyor.
Bu yazılardan sonra en önemli ikinci sinyal Milli Savunma Bakanı
Hulusi Akar’dan geldi.
Akar, yanına komutaları da alarak yaptığı açıklamada askerin geç
çıktığı söylentilerinin doğru olmadığını açıkladı.
Ayrıca dakika dakika bir kronoloji verdi.
“Saat 04.50’de İkinci Ordu Komutanımız görevinin başındaydı ve
birliklerinden rapor almaya başlamıştı.
Saat 05.55 de afet koordinasyon kurulu kuruldu.
Saat 07.00 iki askeri nakliye uçağı pist başındaydı.”
Akar bu arada önemli bir ayrıntı verdi.
“Saat 05.10’da Cumhurbaşkanını arayarak bilgi verdim ve onayını
aldım.”
Hulusi Akar’ın açıklamaları bütün medyanın gündemine
giriyor.
Ancak öğleden sonra ilginç bir soru, özellikle internet sitelerinin
ve sosyal medyanın gündemine düşüyor.
Ankara’da askeri çevrelerden iyi haber alan ve “Yetkin Rapor” adlı
bir bir “Newsletter” yayınlayan Murat Yetkin, basın
toplantısından hemen sonra, şu soruyu saatli bomba gibi kulislerin
içine bırakıyordu:
“Akar, Erdoğan’dan her il ve ilçedeki askeri birliklerle anında
müdahele için izin istedi ama AFAD’ın devreye girmesi için bekleme
emri mi aldı?”
Arkasından da şu cümleyi yazıyordu:
“Akar’ın belki de söylemek istediği ama tam olarak söyleyemediği
budur…”
Veya Akar’a yakın çevreler, bakanın basın toplantısında
söyleyemediği bir şeyi soru formatında bazı gazetecilere mi
fısıldıyordu?
Cevabı ne olursa olsun, gazeteciler üzerinden çok çarpıcı ve
adı konmamış bir savaş patlıyor izlenimi doğuyordu.