DÜN saat 16.00'da İstanbul Çağlayan Adliyesi'nin kapısından
girerken şunu düşündüm.
15 Temmuz darbesi başarıya ulaşsaydı, büyük bir ihtimalle bu
kapıdan ellerim kelepçeli, sanık olarak içeri girecektim.
* * *
Olay şu...
“FETÖ” denilen örgüt, geçmişte, “Selam Tevhid” adlı İslamcı bir
gizli örgütü araştırmaya başlamış.
Güya bu örgüt, İran’la işbirliği yapıyormuş.
* * *
Bu örgüt araştırılırken benim bir gazeteciyle yaptığım konuşma da
dinlemeye takılmış.
Böylece ben de bu örgütün muhtemel gizli üyesi olarak takibe
alınmışım.
* * *
Ancak 17-25 Aralık olayı ortaya çıkınca, bu davanın da bir “kumpas”
olduğu anlaşılmış.
Böylece ben de FETÖ örgütünün mağdurlarından biri haline
geldim.
* * *
15 Temmuz darbesi başarıya ulaşsaydı, büyük bir ihtimalle bu dava
tersine dönecek ve bendeniz büyük bir ihtimalle Silivri’den o
kapıya getirilip ellerim kelepçeli olarak hâkimin önüne
çıkacaktım.
* * *
Ben hâkim karşısındayken, sanık sandalyesinde hemen önümde kim
oturuyor olacaktı biliyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan...
Çünkü FETÖ’cü savcıların peşine düştükleri Selam Tevhid örgütünün
“bir numarasının” Tayyip Erdoğan olduğu iddiasındalarmış.
* * *
Şimdi o savcılar sanık sandalyesinde, Erdoğan gücünün
doruğunda...
Ben de tanık sandalyesindeyim.
O kumpası kurduğu iddia edilen kişilerden biri de kim...
Cumhuriyet gazetesine FETÖ davasını açan savcı...
SAYIN BAKAN, O SAVCI TESADÜFEN ATANMIŞ OLAMAZ
CUMHURİYET gazetesindeki arkadaşlarımızı gözaltına alan savcı, işte
benim tanık ve mağdur olduğum bu kumpas davasının sanığı
görünüyor.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da “Bunun sıraya bağlı tesadüfi bir
görevlendirme” olduğunu söylüyor.
“Bu görevlendirmenin psikolojisi” böyle söylemiyor.
FETÖ davasında sanık olarak görünen bir savcıya böyle bir görev
verirseniz bunun anlamı nedir?
“Git, FETÖ’cü olmadığını ispat et” fırsatı değil midir bu...