Ülkenin en zengin çocuğu…
Henüz 30 yaşında, ama babasının işinin başında.
Üzerinde Dior takım elbise var.
Altında Loro Piana espadriller…
Yeniden tasarladığı mağazasının üçüncü katında merdivenlerden aşağı bakarken yanındakilere soruyor:
“Bakın bakayım terlemiş miyim?”
Sizin içinizden de “Böyle bir mağazada sorulacak soru mu” diye geçmiştir tahmin ederim.
Normaldir... Değeri en az 12-15 bin dolar (Dünkü Tahtakale kurları ile 315 bin TL) olan bir Dior takım elbisenin içinde terlemek hoş bir şey değil…
“Bu çocuk deodorant nedir bilmez mi” diye sorabilirsiniz…
Haklısınız diyeceğim ne var ki, kendi verdiği cevabı okuyunca bu soruyu niye sorduğunu da daha iyi anlayacaksınız.
Ama önce bu 30 yaşındaki patron çocuğunun kim olduğunu, bir de babasının kim olduğunu yazayım.
Çocuğun adı Alexandre Arnault.
Babasının adı Bernard Arnauld…
LVMH, yani “Louis Vuitton- Moet&Hennesy” grubunun en büyük hissedarı.
Sahibi yani…
Bloomberg Dünya Milyarder Endeksi’nde, Elon Musk’ı tahtından indirip, dünyanın en zengin insanı koltuğuna oturmuş kişi.
Alexandre Arnault şu günlerde, LVHM grubunun dünya çapında en önem verdiği bir prestij işinin başında…
Şirket 2021 yılında dünyanın bir numaralı mücevher markası sayılan Tiffany’i 16 milyar dolar karşılığı satın aldı.
Tiffany’i mücevher satın alamayanlar da bilir.
Audrey Hepburn’un oynadığı “Tiffany’de Kahvaltı” filminde gördüğümüz o mücevher dükkânı.
O filmi “Moon River” adlı şarkısı ve bir de Hepburn’ü, üzerinde siyah bir Givenchy rob, Oliver Goldsmith siyah gözlükleri ve elinde köşedeki kahveden alınmış karton bardaktaki kahvesiyle bir moda ikonuna dönüştürmüştü.
Tabii filmin senaryosunu çok sevdiğim Truman Capote’un yazdığını da unutturmamalıyım.
LVHM Manhattan’daki bu ikonik mağazayı yeniden tasarladı ve 28 Nisan günü açıyor.
Mağazanın yeniden tasarımında başrolü 30 yaşındaki bu patron çocuğu yüklendi.
Geçen hafta New York Times’ın bir muhabirine mağazayı bizzat kendisi gezdirdi ve gazete bugün bunu yayınladı.
Bence modern iş ve marka yönetimi ile modern gazeteciliğin geldiği noktayı gösteren bir ders gibiydi bu tam sayfa yazı.
Ama önce başlıktaki soruda yarattığım merakınızı gidereyim.
Zengin patron çocuğu: Bir bakın terli miyim?
130 milyar dolara yakın serveti olan ve şu an dünyanın en başarılı şirketi kabul edilen böyle bir grubun sahibinin oğlu, babasının yerini almak için ne kadar terlemeli?
Alexandre Arnauld, New York Times yazarına “Bir bakın terli miyim?” diye soruyor.
Onu beklemeden cevabını da bizzat kendisi şöyle veriyor:
“Hayır hiç terlemedim. Çünkü etrafımda öyle iyi bir profesyonel kadro var ki, benim terlemem gerekmedi…”
Aklıma bayram sırasında birlikte olduğum Hürriyet’teki patronum Aydın Doğan’la yaptığım bir tartışma geldi.
Hürriyet’teki patronum Aydın Doğan , çok başarılı bir “kendini var etmiş” patron kuşağının en başarılı temsilcilerinden biri.
Onun kanunları vardır:
“EBITDA( Faiz Amortisman öncesi Vergi kâr) değil, cebine giren para önemlidir…”
Bir de şu ilkesi vardır:
“Patronun arabası holdingin önünde duracak ki çalışanlar onun da çalıştığını anlasın…”
Benim anlayışım ise hep farklıydı:
“Şirketini uzaktan yönetemeyen yönetici odasında oturduğu zaman da iyi yönetemez…”
Benim tezim epidemi sırasında denendi ve fena sonuç da vermedi.
Aydın Bey ise kendi tezinde hâlâ ısrarlı.
Onun için “alınteri” ve “terlemek” önemli.
Bense Dior takım elbise giymiyorum. Üzerimdeki her şey yerli marka.. Ama hep iyi yöneticilerle çalıştım ve dolayısıyla terlemem gerekmedi.
Tabii bunda kullandığım deodorantın katkısı da yoktur diyemem.
Bana göre Aydın Bey’in en büyük başarısı, klasik patronluk vasıfları yanında, vizyoner olması ve kızlarını vizyoner birer insan olarak yetiştirmesiydi.