Beni allak bullak eden hikâye 1879 yılının nisan ayında bir gün,
Fransa’nın güneyindeki küçük bir köyde başladı.
Ve olay aynen şöyle oldu.
Lyon yakınlarındaki Hauterives köyünün postacısı, her gün saat
11.00’de teslim aldığı mektupları bölge köylerine dağıtmak için
yürürken ayağı küçük bir taşa takıldı.
İki üç adım sendeledikten sonra durup baktığında bunun farklı bir
taş parçası olduğunu gördü.
Taşı alıp cebine koydu ve yoluna devam etti…
Türkiye’de kültür gezileri ile tanınan Gazella Tur’un Rhone
nehri üzerindeki nehir turunun ikinci günündeyiz.
Cezanne, Picasso, Van Googh, Nostradamus gibi isimlerin
hatıralarıyla kafama kazınmış bir coğrafyada Aix en Provence,
Avignon, Arles gibi nehir limanlarına uğraya uğraya Akdeniz’e doğru
iniyoruz.
Ama bütün gezinin benim için en ilginç ve etkileyici yeri işte bu
küçük köy…
Hauterives…
Bu köy, “Postacı Cheval"in yaşayıp, tek başına sanat dünyasına
damgasını vurduğu yerin adı…
Facteur Cheval…
Veya doğumundaki adıyla Joseph Ferdinand Cheval…
Bu aynı zamanda, sıradan bir köy postacısının, kendi başına tarih
yazmasının da hikâyesi…
O sabah onun yaşadığı köye adımı atarken, akıllı telefonumdan gelen
bütün haberler, Gazze’de bombalanan hastanede ölen zavallı
insanları anlatıyordu.
Telefonumdan şiddet, terör, öfke ve nefret akıyordu sadece…
Şimdi bu küçük parantezden sonra tekrar bu köy postacısının
hikâyesine dönüyorum..
Ferdinand Cheval, yoksul bir köylü anne ve babanın çocuğu olarak
19 Nisan 1836’da doğdu. İlkokuldan sonra bir süre fırıncı çırağı
olarak çalıştı.
Fransızca yazması bile çok sınırlıydı. Gramer ve imla bilmediği
şeylerdi. Eğitim düzeyi ile yapabileceği bir iş olarak köy
postacılığını buldu ve hayatının neredeyse tamamı bir köy postacısı
olarak mektup dağıtarak geçti.
Hayatı boyunca posta dağıttığı bu üç beş köyün dışına hiç
çıkmadı.
Dünya ve coğrafya bilgisi köye gelen ve dağıttığı kartpostalların,
dergilerin üzerindeki fotoğraflardan ibaretti…
1879’un o nisan günü ayağı taşa takıldığı sırada, hayatının geride
bıraktığı hikayesi bundan ibaretti.
Eğitimi yoktu. Parası yoktu. Seyahat etme imkanı yoktu.
Ama Allah ona çok az insana nasip olan bir şey vermişti:
Hayal gücü…
Fukaralık zincirini kıramadıkça, hayal gücünün kapılarındaki
zincirleri daha güçle kırıyor ve ufukları zorluyordu.
İspat etmek istediği bir şey vardı.
Onun gibi okuyamamış, imkanları olmayan insanlar da harika işler
yapabilir.
Hatta dünyayı değiştirebilir.
O gün ayağına takılan ve alıp cebine koyduğu taş, onun hayal
şatosunun da ilk taşı oldu.