MERAL Akşener'i Saraybosna'da tanıdım.
Savaşın en acımasız yıllarıydı.
İki göçmen çocuğu olarak, Evladı Fatihan topraklarındaydık ve
Türkiye'yi konuşuyorduk.
"Derin Türkiye" kavramını ilk defa orada onun ağzından
işitmiştim.
Türkiye'yi Türkiye yapan değerleri anlatıyordu...
O değerleri yeniden yerine oturtmanın erdemlerini
anlatıyordu...
Türkiye'nin henüz bu kutuplaşma sarmalına girmediği, kaset
kalleşliğinin henüz keşfedilmediği yıllardı...
Sonra o DYP'den siyasete girdi...
Aramıza kara kediler de girdi...
Ama o kara kediler bile, altına inilemeyecek çizgileri
silemedi...
* * *
Paris'te dolaşırken Meral Akşener'e atılan kaset iftirasını
düşündüm.
Kendi mahallelerinin kadınlarına yapılan en küçük eleştirilere bile
dümdüz giden insanların hoyrat sessizliği beni kahretti...
İçimdeki delikanlı homurdanmaya başladı:
Bak arkadaş, gözünün önünde bir kadına böyle iğrenç bir saldırı
yapılmışsa eğer...
En ön safa geçip sen bağır...
* * *
Şimdi içimdeki delikanlının sesine kulak verip haykırıyorum.
Ey sen...
Güya AKP iktidarına yakın...
Yeni Türkiye mavallarının müellifi, yandaş olma hakkını kalleş olma
ehliyeti sanan sen...
Yandaşlıkla tetikçiliği karıştıran, kirli kapıların karanlık
aralıklarında iş tutan adam...
Sana sesleniyorum...