Umudumu kesmek üzereydim…
Büyük bir düşkırıklığı içindeydim.
Çünkü sanmıştım ki, "Gezi koğuşundan gelen" bu sesi herkes fark
edecek, üzerine atılacak, yayacak.
Gezi Davası tutuklularından Çiğdem Mater koğuşundan yemek tarifleri
vermeye başladı.
Cezaevi kantininde bulunan malzeme ile yapılan yemeklerdi
bunlar.
Çok hoşuma gitmişti…
Bir insanın en haksız durumlarda bile, sesini hayata ait güzel
şeylerle duyurmaya çalışmasını çok umut verici bulmuştum. Gezi'nin
yaratıcılığına uygun bir buluştu.
İşte o duygu ve beklenti ile yazmıştım bu haberi…
***
Tek kelime ses gelmedi bizim mahalleden.
Oysa yemek yapmak yerine, ölüm orucu yapsaydı herkes anında
atılırdı üzerine.
Aydınlar oralara kadar gider, görüşürler, seslerini
duyururlardı.
Ama derin bir düşkırıklığı ile bir kere daha anladım ki, bizim
ülkemizin genetik itiraz biçimi ölümle oluyor.
"Şehitlik" kültürünü sadece dindar ve milliyetçi kesimin ruh hali
zannediyordum, meğer hepimize sirayet etmiş bir duyguymuş bu…
Haksız yere tutuklanan bir insan itirazını, hayata bağlılık
biçimindeki bir eylemle duyurmaya kalktığı zaman, kimse kulağını
vermezmiş o eyleme…
Dün nihayet bir ses geldi.
Hem de çok hoşuma giden, bana çok umut verecek bir yerden.
İkinci yazı
Eski Hürriyet çalışanı Cansu Çamlıbel harika mülakatlar
yapıyor.
Yaptığı her mülakat gündeme damgasını vuruyor.
Dün de İKSV'deki bu krizle ilgili olarak Defne Ayas'la konuştu.
Hani şu, Danışma Kurulu tarafından İstanbul Bienali'ne küratör
seçilen ancak, İKSV yönetimi tarafından "sakıncalı" bulunarak
başkasına verilen sanat uzmanı…
Çok güzel bir mülakat.
***
Bir kültür insanının sanatla siyaseti, sanatla günlük hayatı nasıl
yaratıcı formatlarla bir itiraz haline getirdiğini çok güzel ve
zarif bir dille anlatıyor.
Hayranlıkla okudum.
İşte o mülakatta Çiğdem Mater'in Gezi Koğuşu'da başlattığı bu
çabanın nasıl küresel bir sanata dönüşebileceğini anlatıyor.
***
Ondan aktarıyorum:
"Acının içinde, ortasında nasıl durabiliriz ve acıları nasıl
dönüştürebiliriz? Sanatın buradaki işlevsel fonksiyonu nedir?
Acının ortasında durmak ve acıyı dönüştürmek. Çiğdem Mater'in
kettle ile yaptığı yemekler de budur. Bir acıyı dönüştürme
projesidir, o koşullar içinden üretmeye devam etmektir. Sonuçta
bizim ülkemizde hep bir kutuplaşma oluyor; her şey ya siyah ya
beyaz algılanıyor. Bizim arayışımız ise gri alanlara nasıl oksijen
alanı açabiliriz üzerine kurulu."
Evet mesele bu…
Acıyı ille de ölümle mi anlatmalıyız…
Yoksa hayata bağlılıkla da anlatabilir miyiz…
***
Okurken düşündüm.
Acaba onun "sakıncalı küratör" sınıfına sokulmasının bir nedeni de
bu olabilir mi…
Yani Gezi Koğuşu'ndaki şefle bu dayanışması…