-BİR: Bize dedi ki:
“Türkiye, yeni bir anayasayı serbestçe tartışmalı.”
-İKİ: Bütün dünyaya dedi ki:
“Baskıcı rejimler sadece bölgemizi değil, bütün dünyayı tehdit
ediyor.”
Birinci cümleyi Türkiye’de bize çeşitli defalar söyledi.
İkinci cümleyi ise önceki gün Şili’de Birleşmiş Milletler’in bir
konferansında bütün dünyaya söyledi.
Ülkemin Cumhurbaşkanı’nın söylediği sözü teminat kabul edip anayasa
ile ilgili görüşlerimi özgürce söylemeye başlıyorum.
* * *
Ama önce, belki hem onu hem sizi düş kırıklığına uğratacak bir şey
söyleyeyim.
Benim meselem başkanlık sistemi değil...
Olabilir de olmayabilir de...
Ben 21’inci yüzyıla ait bir anayasanın temel anlayışıyla
ilgiliyim.
Sayın Cumhurbaşkanı şu üç cümlenin altına imza atıyorum
ALTINI bir kere daha çizerek ve bizlere verdiği teminata güvenerek
şunu söylüyorum.
-Şili’de söylediği şu birinci cümleye bütün kalbimle
katılıyorum:
“Vatandaşlarının haklı demokratik taleplerini görmezden gelen
baskıcı rejimler, sadece bölgemizde değil, bütün dünyada istikrarı
tehdit ediyor.”
* * *
-Şu cümleye de bütün kalbimle katılıyorum:
“Güçlü olanın ‘Ben haklıyım’ dediği bir dünya, barışı isteyenlerin
dünyası olamaz.”
* * *
-Şu cümleyi de ayakta alkışlıyorum:
“Tam aksine haklı olanın güçlü olduğu bir dünya bizim
dünyamızdır.”
Tam imzayı atacakken şu iki soru aklıma geldi ve durdum
BU noktaya kadar söylenenlerin altına tam imzamı atacakken, şu
küçücük iki soru aklıma geldi:
“Kimin haklı olduğuna kim karar verecek...”
Tabii bu sorunun en cesurca ve açıkça sorulacak versiyonunun şu
olduğunu hemen anladınız:
“Türkiye’deki rejimin baskıcı olup olmadığına kim karar
verecek...”
Tabii bu soruya sadece “Halkın vereceği yüzde 51” diye cevap
verilirse, elimdeki kalemi bırakır ve imzadan vazgeçerim. Çünkü o
zaman şu asıl soruyu sormama da gerek kalmaz:
“Haklılığın verdiği gücün de anayasal ve yasal sınırları olacak
mıdır?”