BİR soyunma odası...
Kırklı yaşlarındaki yakışıklı adam, yirmili yaşlarının başındaki
genç adama bağırarak şunu söylüyor:
“Ne mi istiyorum... Çık oraya adam gibi oyna istiyorum... Takımın parçası ol istiyorum.”
Ama soyunma odasındaki hava hiç de öyle değil...
Teknik direktör Jose Mourinho, takımın en iyi oyuncularından biri olan Mesut Özil’e tek kelimeyle şarlıyor.
Özil’in yanındaki koltuk boş. Onun yanındakinde Karim Benzema oturuyor.
Sami Khedira bir ihtimal tuvalette.
Cristiano Ronaldo ise her zamanki gibi kendiyle meşgul.
Mourinho ise takıma kendi getirdiği Mesut Özil’e bağırmaya devam ediyor:
“Ben ‘Çık takımla oyna’ diyorum, sense ne yapıyorsun biliyor musun?”
Ayak parmaklarının üzerinde yükseliyor, kollarını iki yana doğru bırakıyor, ağzını büzüyor ve tuhaf sesler çıkarmaya başlıyor...
Mourinho, resmen “Maymun gibi oynuyorsun” diyor ve devam ediyor:
“Sen kendini ne zannediyorsun? Zidane mı? Öyleyse çık tek başına oyna...”
Zidane...
Mesut Özil’in dünyadaki en büyük idolü...
Mourinho acımasızca onun bamteline basıyor ve sonuca ulaşıyor.
Özil üzerindeki formayı çıkarıp yere fırlatıyor.
“Oooo, demek pes ediyorsun... Yani senin için maç bitti... Şu an istediğin tek şey, ayakkabılarını çıkarıp sıcacık bir duşun altına girmek değil mi...”
Ve takımdaki bütün öteki futbolcuların da duyması için sesini iyice yükselterek öldürücü darbeyi vuruyor:
“Biliyor musun Mesut sen bir nesin... Korkak birisin. İstiyorsan git, ağla, bağır. Sen bir bebeksin... Şimdi git duşunu al. Sana ihtiyacımız kalmadı...”