Demokrasinin, kalkınmanın ön şartı olduğunun bir örneğini bütün dünya Sovyetler Birliği uygulamasında yaşadı. Hatta, Kaddafi'nin Libya'sı ve Saddam'ın Irak'ında da yaşadı.
1985 yılında, Uluslararası Maliye Sempozyumu'na katılmak üzere Macaristan'a gitmiştik. O yıllarda Macaristan'da kollektif mülkiyet olmasına rağmen her ailenin ayrıca yarım dönüme kadar özel toprak sahibi olmasına da izin veriliyordu. Kooperatife ait olan tarlalarda ekinlerin boyu bir karış iken, özel tarlalarda yarım metreydi.
İdeolojinin insan refahına hizmet etmesi için, önce demokratik karakterde olması gerekir. Aksi halde insanlığı fakirlikte eşitleyen sistemler ortaya çıkar. Dünyanın yaşadığı Marksist düzenlerde, demokrasi öncelikli amaç olmamıştır.
Buna karşılık her şeyi piyasaya bırakan, devleti zorunlu kötülük olarak gören vahşi kapitalist sistemlerde ise monopolleşme, oligopol yapılar ve spekülasyonun hakim unsur olmasına ve kendi kendini yok eden bir rekabet düzeninin doğmasına yol açmıştır. Hatta daha da ileri gidilerek küreselleşmenin de katkısı ile siyasi oluşumları ve hükümetleri de spekülatif sermaye kontrol etmeye başlamıştır.
Yani demokrasi yanında, aşırı uç uygulamalar, ideolojik takıntılarda kalkınma önünde engeldir. Çünkü bu sistemler ve uygulamalar, demokrasiyi ve ekonomiyi dar bir ideoloji kalıbına sokmuştur. Bunun maliyetini toplumlar çekmiştir.
Demokrasi, ideolojik dikta ve kalkınma arasındaki ilişkiyi, aynı devletten gelen Güney ve Kuzey Kore örneği daha net olarak ortaya koymaktadır.
1950 yılına kadar tek bir devlet iken kişi başına düşen millî gelir seviyesi aynı olan Kuzey ve Güney Kore'nin bugün aralarındaki kalkınmışlık farkı yüksektir. Fert başına gelir seviyeleri arasındaki fark da açılmıştır. Güney Kore'nin fert başına nominal millî geliri 25 bin doları geçmiştir. Buna karşın, tek partili ve dikta bir rejimle yönetilen Kuzey Kore'nin fert başına geliri 1244 dolardır. (Aşağıdaki tablo.)
Oysaki Kuzey Kore'nin altyapı zenginliği daha fazladır. Zengin kömür ve maden yataklarına sahiptir.