Bu hafta, yoldaş Efkan Ötgün’ün “Son Nokta” adlı romanından
alıntıladığım bir öyküyle karşınızdayım.
O, ODTÜ Mimarlık Fakültesinden mezun olduktan sonra İstanbul’a
yerleşmiş ve kendi işini kurmuştu. Şansı oldukça yaver gitmiş, kısa
sürede tanınmış ve yüklü miktarda paralar kazanmıştı. Bir süre
sonra da ofisinde çalışan, meslektaşı bir bayanla evlenmişti.
Mutlulardı, birkaç yıl arayla dünyaya gelen çocukları da hanelerini
şenlendirmişti. Sevgili eşi işini bırakmış, tamamen çocuklarını
büyütüp, yetiştirmeye adamıştı kendisini.
Çok lüks bir sitede oturuyorlardı. Güzeller güzeli eşi,
çocuklarından artan zamanında, hemen site girişine bakan balkonunda
oturur, bir taraftan kahvesini yudumlarken, bir taraftan da
kitabını okurdu. Akşamüzerleri başını kaldırıp aşağıya baktığında
ise içi burkulur, derinden bir ah çekerdi. Bunun nedeni; sitenin
bahçesine girip arabasından inen hemen her erkeğin kucağındaki
demet demet çiçeklerdi. Bir gün olsun eşinin, evlilik yıl dönümünde
bile kendisine çiçek getirdiğini görmemişti...
SEVGİNİN SIRRI
Aradan yıllar geçmiş çocukları üniversite çağına gelmişti. Eşinin
artık kendisine ayıracak bolca zamanı vardı. Bir gün komşusu Sevgi
Hanım onu ve diğer komşuları akşam çayına davet etmiş, o da
memnuniyetle kabul etmişti. Çaylar içilmiş, pastalar yenilmiş,
sohbetler edilmiş, sonunda herkes gitmiş, ama o biraz daha oturmayı
tercih etmişti. Sohbete devam ederlerken Sevgi Hanım birden “Bizim
bey geldi”, diyerek kapıya yönelmişti. Oysaki kapının zili
çalmamıştı. Sevgi Hanım kapıyı açar açmaz kocasına;
“Hoş geldin canım, nasılsın? Günün nasıl...