Bu 201. köşe yazım! Onun için farklı olsun istedim. Işıklarda
uyusunlar, usta kalemlerden alıntılarla rakıyı anlattım...
Rakı fevkaladedir, aliyyülâlâdır ve de kadındır! Cumhuriyet’in ilk
yıllarında 1926’da üretimine başlandığında, Tekel rakılarına
“Sevim, Elif, Hanım, Denizkızı, Üzümkızı, Jale,” adlarını
koymuştur. Sonraları sadece iki rakı kalmıştır; biri Kulüp,
diğeri Yeni Rakı. Altınbaş Rakısı’nın çıkışı ise çok sonralarıdır.
Ardından değişik adlarla anılan çeşitli rakılar gelmiştir.
Rakı öyle ayakta, iki dakika içinde yudumlanacak içkilerden
değildir, bir ritüeli vardır... Zahmet ister, muhabbet ister, zaman
ister, meze ister. Saygı ister, yol-yordam bilmek ister, bunları
bilmeyenleri de sürüm sürüm süründürür... Yolu yok, onun karşısında
haddini bileceksin! Rakı hayatın anahtarıdır, “Çilingir sofrası”
denmesi de ondandır..
Ünlü yazarımız Ahmet Rasim, ömrü boyunca iki şeyi elinden
bırakmamıştır; kadehi ve kalemi! Bir gün, “Rakı nasıl içilir, size
anlatayım” deyip başlamıştır anlatmaya*.
“Her şeyden önce unutmayın, rakının kendisinden çok meclisi
güzeldir. Tek başına oturup rakı içilmez, birkaç gönül arkadaşı
olacak illaki. Sonra rakı öyle kısa sürede lıkır lıkır içilip
masadan kalkılmaz. Masada sohbet saatlerce sürecek. Konuşa konuşa,
yudum yudum içeceksin...
Rakı, mutlaka su ile içilecek. Güzeli bir ölçü rakı, bir buçuk ölçü
sudur. Meze mevsimin meyveleri olacak. Kışın elma, portakal,
mandalina... Yazın kavun, çilek, vişne, hıyar, domates ve illa da
beyaz peynir. Bitti mi? Hafif bir sıcak yemek de yenecek. En iyisi
yağsız ızgara ettir...”
Oktay Akbal*...