Cemaatçi toplumlarda kimliklerin toplumsal hafızası kendi cemaatlerinin maruz kaldığı mağduriyetler üzerinden oluşuyor. Toplum olamamanın getirdiği tıkanıklık bir yandan hamasi ve içi boş bir millilik söylemi üretirken, her cemaat o millette aslında sadece kendi kimliğini görüyor. Farklılıkları doğallaştıran ve bütünleştiren ortak anlayışın olmadığı bu sosyolojide, ‘milli’ başarıların kutlanmasının bile devlet teşvikine muhtaç olduğunu görüyoruz. Çünkü cemaatler birbirine razı olmadıkları ölçüde, herkesi kuşatan bir ‘millilik’ her birine az çok yabancı kalıyor. Bu durumda her cemaat kendi kimliğini toplumsal başarılar üzerinden değil, doğrudan kendi idolleri ve mağduriyeti üzerinden biçimlendiriyor. *** Bu bağlamda laik/sol cemaat için 12 Eylül’ün kritik önemi var. Çekilen acı ve eziyet, yaşanan yoksunluk, işkence, hapis ve ölümler o kesimde bir manevi milat oluşturuyor. Aynı dönemde ülkücülerin ve dindarların da benzer muameleye maruz kalması laik/sol anlam dünyasında fazla bir yer tutmuyor. Kendi yaşadıklarına odaklanıp, o deneyimi kendi cemaatlerinin ‘asabiyesini’ yeniden oluşturmak ve pekiştirmek için kullanıyorlar. Benzer bir durumun 28 Şubat sürecinde dindarlar açısından geçerli olduğunu gözlemliyoruz.