Milli politika ve stratejilerin yürürlükte olduğu dönemlerde gazetecilik zordur. Olayları gerçek boyutlarıyla analiz etmek isteseniz de, ülke çıkarlarına zarar verme endişesi elinizi tutar. Öte yandan bu kaygıyla davrandığınız sürece, belki halen sürdürülmekte olan yanlışlara işaret etmekten de feragat etmek durumunda kalırsınız. Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin tutum, hamle ve yaptırımlarının da böyle bir sorunu var. Arap Baharı’nın biçim değiştirdiği belli olmasına rağmen, Türkiye kalkışma başarılı olduğu takdirde elde edebileceklerinin cazibesi ile oyalanmaya devam etti. Daha öncesinde Esat rejimi ile ilişkiyi kopartacak bir dil ve duruş sergilenmesi, dengeli bir siyasete dönülmesini zorlaştırdı. Ahlaki açıdan haklı bir pozisyona sahip olmanın karşılığı elde edilemedi… AB ve ABD de aynı pozisyonu paylaşmasına karşın, yerele hakim olan Rusya ve İran Suriye rejimini destekliyordu ve onlar olmadan herhangi bir uzlaşma mümkün değildi. *** Bu ortamda beliren IŞİD tehlikesi ABD’yi acil önlem almaya itti. İlk tercih doğal olarak Sünni Arap muhalefetin bir direniş gücü haline getirilmesi ve hem Esat vahşetinin durdurulması, hem de İran’ın peşinde olduğu Şii koridorunun engellenmesiydi. Bu amaçta buluşan Türkiye ile ABD, Sünni Arap muhalefeti askeri açıdan eğitmek, organize ve koordine etmek üzere birimler oluşturdular ve bunları kurumsallaştırdılar.